Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen iki olaya bakalım. Biri 10 büyükelçinin tutuklu yargılanan Osman Kavala'nın serbest bırakılmasını talebi, diğeri FETÖ kumpasıyla ABD'de başlatılan Halkbank davasıyla ilgili.
İki olay da Türkiye'ye karşı yürütülen uluslararası sıkıştırmanın sembolü. Başlangıçları da yine aynı şekilde içinde FETÖ ve PKK'nın da olduğu Türkiye karşıtı konsorsiyumun aktive olduğu zamanlara denk geliyor. Gezi Kalkışması ile Türkiye'de hükümet düşürülmeye çalışılmıştı, Halkbank'a açılan dava ile de ABD'nin banka tekelini kıran ticari ilişkilerimiz hedef alınarak Türkiye illegal bir alanda iş yapıyor algısı oluşturulmaya çalışılmıştı. Neredeyse 10 yılı bulacak, Türkiye'nin bu ithamlar ve sıkıştırmalar karşısında pes etmeyerek yol almaya çalışıyor.
Şimdi durduk yere ne oldu da bu olaylar yeniden gündeme geldi?
Halkbank, bir kamu bankası olarak Halkbank'ın Bağımsız Yabancı Devlet Dokunulmazlığı Yasası gereği ABD'de yargılanamayacağını gerekçe göstererek temyize başvurmuştu. New York İkinci Bölge İstinaf Mahkemesi tarafları dinlenmiş ve temyiz başvurusunu kabul etmişti. Bu karar, açıldığı günden beri FETÖ ve muhalefet partilerinin özellikle de CHP'nin muradını diri tutan bir siyasi aparat olan Halkbank davasının kapanması anlamına geliyordu. Dolayısıyla ABD, elindeki bu silahı bırakmış oluyordu. Başından beri her haliyle skandal bir davaydı ve ABD hukuk sisteminin de siyasal bir silah olarak kullanıldığının tarihe geçecek resmi olmanın ötesinde FETÖ ve ABD arasındaki ilişki biçimini de gözler önüne sermişti.
Şimdi ne mi oldu? İkinci İstinaf Mahkemesi, 'Bağımsız Yabancı Devlet Dokunulmazlığı Yasası'nı çiğneyerek, Halkbank'ın ABD'de yargılanamayacağı yönündeki temyiz başvurusunun kabulüne dair kararı reddettiklerini açıkladı.
Olay burada kapanmıyor elbette, ama bu demek oluyor ki önümüzde isterlerse, gerek hissettikleri zamana kadar kullanabilecekleri bir mahkeme safahati var. Üç aşamalı temyiz süreçleri işlerken bu konu içeride muhalefetin iştah ihtiyaç ve umuduna göre gündeme gelebilecek. Aynı şekilde FETÖ'cü haşerelerin, zaman zaman canlanıp kanlanıp ortalığa çıkmalarına zemin olacak.
Gelelim Kavala'ya. Davanın hala neticelenmemiş olması üzerinden, özellikle aile efradının rahatsız olması gayet anlaşılır. Son tahlilde suçu sabitlenen kadar herkes için masumiyet karinesi geçerlidir ve bir dava ne kadar erken nihayete ederse her açıdan o kadar iyidir. Bu konuda söz söyleyecek durumda değiliz. Fakat Kavala isminin uluslararası bir siyasi sopaya dönüştürülmesi hiçbir devletin kabul edemeyeceği bir tutumdur. Üstelik 10 büyükelçi Kavala serbest bırakılsın diye Kavala'nın serbest bırakılmayacağı da ortadadır.
Kavala'nın Gezi Kalkışması sürecinin neresinde olduğu bahsi diğer, bununla ilgili medyaya yansıyanların dışında çok daha gizli ve örgütlü bir eylemlilik olmuş olabileceğine dair kuşkular yüksek olmakla birlikte Gezi kalkışmasını 3-5 ağaç için yapılan basit bir protesto olarak görmek isteyenler bunu anlatmak tabii ki beyhude.
Ama sonuçta yasalar, mahkemeler var. Kararı biz değil yargı kurumu verecek.
Peki şimdi durduk yere bu iki olay neden hortladı?
Türkiye 2023'e giderken iç ve dış muhalefetin elindeki tek koz ekonomi. Halkın iktidardan beklentisine dair araştırmalarda ilk üç sırayı ekonomi ortak paydasında toplayabileceğimiz maddeler oluşturuyor. Ekonomiyi kim düzeltir sorusuna vatandaş yine ağırlıklı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan diyor.
Bu algıyı değiştirecek bir şey kalıyor geriye, Halkbank, Kavala gibi başlıkları devamlı açık tutarak döviz üzerinden piyasada istikrasızlığı devamlı kılmak ve "Dışarısı Erdoğan'ı istemiyor" algısını canlı tutarak Erdoğan'ın arkasında durarak Türkiye'ye meydan okunmasına müsaade etmek istemeyen halkı psikolojik olarak yenmek. Oysa dışarısının Erdoğan'ı istemediğini zaten biliyor halk. İlk kez o "dışarısına" karşı eline bir fırsat geçti milletin. Erdoğan milletin dışarıya karşı tek kozu.
"Dışarısı" da, ikbalini "dışarıya" bağlayan muhalefet de bunu anlamıyor işte.