Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün Karadeniz’de yaptığı konuşmalarda, beklendiği gibi, çok net bir siyasi duruş gösterdi. Yani şimdiye değin, bu ülkenin gördüğü ‘tarafsız’ Cumhurbaşkanı değil Erdoğan. Kendisinin de vurguladığı gibi ‘koşturan, müdahale eden, kendi siyasi görüşü ve vizyonu doğrutusunda siyaset yapan bir Cumhurbaşkanı. Bu, bize göre ‘fiili’ başkanlık sistemine adımdır.
Bu adım, hiç şüphesiz, ekonomiye de yansıyacaktır. Hep karşılaştırılıyor ya; Özal ile Erdoğan arasındaki temel ayrım budur. Özal, Cumhurbaşkanı olduktan sonra, bu makamı devraldığı gibi kullanmayı seçti. Ve Başbakanlığı da kendisinin etkisi altında olacak bir isme emanet etti. Belki günün koşulları ve hukuki üst yapı daha fazlasını yapmasına izin vermedi ama bu ayrı bir tartışma konusudur.
Erdoğan, Özal’ın yaptığının tam aksini yapıyor. Başbakanlığı, doğrudan etkisi altında bir isme değil, ‘yeni’ Türkiye vizyonunu ve bunun getireceği sorunları ve ortaya çıkacak denklemi çok iyi bilen bir isme teslim etti. Cumhurbaşkanlığı makamını da, Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda hareket edecek siyasi bir müesseseye dönüştürüyor. Bu, aynı zamanda, devletin ‘en yukarıdan’ başlayarak yeniden yapılanmasıdır. Bunun çok önemli işaretlerini en çok bugünlerde görüyoruz. MİT’in sınırdışı operasyonları, birçok devlet kurumunun, bu yeni çizgi doğrultusunda, deyim yerindeyse, kendisine gelmesi bunun ilk somut işaretleridir.
Ama esas dönüşüm ekonomide olacaktır. Ekonomi ile ilgili tüm devlet kurumları bu süreçte, eskinin aklını geride bırakacaktır/bırakmalıdır.
Bu zorunludur, eğer bunu yapmazsak, tam şimdilerde yaşadığımız tüm sıkıntılar hem boşa çıkar hem de çok yakın bir gelecekte çok büyük bir krize dönüşür.
’Eski’ sistem bitti
Bugün kapitalizmin ‘kuruluş’ paradigmasına dayanan ekonomik ve siyasi çerçeve tamamen iflas etmiştir. Kitleler, yeni ve daha fazla katılımla somutlaşacak bir demokrasi ve daha adil gelir dağılımı istiyor. Yaşadığımız güncel sorunların kökeninde tam bu köklü talep var. Sistemin bütün ekonomik paylaşım mekanizmaları, düzenleyeci kurumları, banka sistemi artık haldeki durumu karşılamıyor. Ulus devletler, sınırların ya da egemenliklerin sürekli olarak yeniden tanımlanması karşısında denetim güçlerini yitiriyor. Sistem, katı üretim biçimlerinden uzaklaşarak küçük grupların beğenilerine uygun, çeşitlenmiş esnek üretim yapılarına geçme sancısı çekiyor. Üretimde ve emeğin kullanımında esneklik, hiç şüphesiz, teknolojinin sınırsızlaşması ve herkese aynı anda ulaşması sonucu olarak ortaya çıkıyor ve bu da yeni, doğrudan katılımı gerektiren yeni bir demokrasiyi ve siyaseti dünyanın gündemine dayatıyor. Bu durum, aynı zamanda, nitelikli emeği yukarı çıkarırken, güçlü, ne istediğini bilen bir orta sınıfı da, dünyanın her yerinde etkin bir siyasi güç haline getiriyor. Böyle olunca sanayi kapitalizmin ürünü olan temsili demokrasi yetersiz oluyor ve ekonomik krizler, aynı anda, siyasi krize dönüşüyor.
Yeni bir demokrasi ihtiyacı
Bu genel çerçeveye bağlı olarak, Türkiye gibi ülkeler ve bu ülkelerin hinterlandı, yeni bir siyaseti gündeme getirecek dinamikleri ortaya çıkarıyorlar. Ancak bunu ortaya çıkardıkları oranda krizi, toplumsal çatışmalara yol açmadan aşma şansına sahip oluyorlar. Bunun için, bu coğrafyada merkezi, katı ve içe kapalı modeller yerine, adem-i merkeziyetçi, yerele dayanan ama seçilmiş merkezi hükümetleri de belirleyecek, yönlendirecek yeni katılımcı demokrasilere ihtiyaç var. Bunun olmaya başladığı andan itibaren merkezi devletin, ulusal dar kalıplarından çıkarak, yeni kamusal (gerçek anlamda kamusal devletçi bürokratik değil) güce dönüşmesi ihtimali var. Bu ise günümüzde başkanlık sisteminin bir geçiş modeli olarak, yeni kurucu bir siyasi iradeyi ortaya çıkarması ve bu dinamiği, merkezi meclisten başlayarak, tüm yerel meclislere taşıması -yere meclisleri inşa etmesi- ile mümkün olur.
Bu yol, şimdi yaşadığımız tüm çatışmaları, nihai barışa götürecek biricik yoldur bize göre... Bugünlük bu kadar; bu konuya devam edeceğiz...