Dan Brown’un yeni romanı ‘Cehennem’ (‘İnferno’) İngiliz Guardian gazetesinin kitap eleştirmeni Steven Poole’ya, piyasaya sunulmadan iki gün önce eline ulaşacak biçimde kargoyla gönderilmiş: “Bir cumartesi sabahı geldi” diyor Poole; “Bütünüyle hukuki bir dille yazılmış bir ‘gizlilik’ anlaşmasını imzalamam gerekiyormuş. Hafta sonu kitabı okuyacak, ancak yazım çıkana kadar kimseye sözünü etmeyecekmişim; yasakmış...”
“Acaba köşedeki kafeye yanımda götürürsem anlaşmayı ihlâl etmiş olur muyum?” diye pimpiriklenmiş Poole, sonunda kitabı bir magazin dergisinin içine saklayarak sorunu çözmüş...
Şimdilerde popüler bir roman yazmak büyük bir teknolojik icadı pazarlamaktan farksız; hemen hemen aynı işlemler ve yöntemle piyasaya sunuluyor çok satması beklenen romanlar... Başı da, birkaç yılda bir, Dan Brown çekiyor... Bir önceki romanı ilk 24 saat içerisinde yüzbinlerce satmıştı; ‘İnferno’nun da kısa sürede dört milyon rakamına ulaşması bekleniyor...
Romanın başka dillere tercümesinde bir ilk yaşandı: Telif hakkına sahip yayınevi yerel şirketlerin tercümeyle görevlendirdiği kişileri Londra’da ağırladı; hepsini tek binanın çatısı altında tutup bitirene kadar dışarı çıkmalarına izin vermeyerek...
Hepsi, alınan her tedbir, romanın bütün dillerde yayımlanacağı aynı güne —geçen hafta pazartesi gününe—kadar sürdü. Yayının üzerinden şimdi on gün geçti. Hakkında yazılanlara bakarak verebileceğim ilk izlenim şu: Kitabı bizde bir kabından diğerine bütünüyle okuyan kimse yok henüz... Kimi yarılamış, kimi ön bölümlere şöyle bir göz atıp İstanbul’da geçen son 100 sayfayı okumuş...
Nereden mi çıkarıyorum? Şuradan: Brown bu romanında ‘entrika’ boyutunu hayli abartmış; tam üç kez romanın kahramanlarıyla ve ana temasıyla ilgili görüşlerini bütünüyle değiştirecek gelişmeler yaşatıyor okura... Yarıya kadar gidip öteye geçemeyenler de, son bölümü önemseyenler de, ahkâm keserken, hep okudukları bölümlerdeki entrikayı öne çıkartıyorlar...
Woody Allen “Hızlı okuma kursu aldım, ilk okuduğum roman ‘Harp ve Sulh’tu, galiba Rusya’da geçiyordu” demiş ya, o cinsten bir okumayla yazılmış eleştirilere gülüyorum. Galiba Dan Brown da, biraz eleştirmenlerle kafa bulmak için kurgulamış entrika içindeki entrikaları; kim dikkatli okumadan kaleme sarılmış, görmek için...
Başkahramanı ve onun peşine düştüğü kişi Amerikalı olsa da Avrupa’da geçen bir roman ‘Cehennem’... Floransa ve Venedik’te dolaştırıyor önce bizi Brown, sonra hepsinin yolunu İstanbul’a düşürüyor... Peşine düşülen kişinin çatlak mı yoksa üstün zekâlı mı, iyi niyetli mi yoksa berbat bir adam mı olduğunun kararını bize bırakan roman yazarı, kahramanını dünya için tehdit mi yoksa kurtuluş mu olduğuna kendisinin de karar veremediği bir ‘felâketi’ (yoksa ‘hoş bir gelişme’ mi demeliyim?) önlemeye gönderiyor...
Harvardlı bir profesör başkahraman; tıpkı daha önceki romanlarında olduğu gibi... Bu defa yanında tuhaf ve güzel bir İngiliz kadın doktor var, bir de Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) İsviçreli kadın başkanı... Arka planda ise dünyadaki ‘gizli el’ rolünü uygun gördüğü bir örgüt; olmazları oldurabilen, olacakları da engelleyebilen bir örgüt...
Gerçekten de varmış böyle bir örgüt, romanın başında Brown’un uyarmasına göre...
Cizvitlerdi ‘Da Vinci Şifresi’ romanında o örgüt; ‘Kayıp Sembol’ romanında ‘Masonlar’ olağanüstü büyük bir güç olarak karşımıza çıkmıştı. Cehennem’de ‘The Consortium’ adını taşıyor...
Profesör, kadın doktor, WHO başkanı, Consortium’un lideri tamam da, romanın esas kahramanı 13. yüzyılda yaşamış bir İtalyan şâir: Dante Aligheri... Daha doğrusu Dante’nin ‘İlahi Komedya’ adlı eseri... Kitaptaki tüm entrikalar İlâhi Komedya’dan alıntılarla örülmüş...
Usta işi bir kitap...
“Esas entrika ne” mi dediniz? Müsaade edin de ‘gizlilik anlaşması’na ben de uyayım...