İki yüzlülük nedir?” sorusuna... Birinci olarak, Batı’nın “kategorik” tavrına rağmen “çoğulcu” görünme halini...
İkinci olarak, Beyaz Türklerin, “inançlar” meselesi gündeme geldiğinde “benim de ninem namaz kılardı” diye başlayan sonra “ama” ile devam eden cümleyi örnek vermek isterim..!
Endülüs’ü yıkıp Moriskoları yok ettiler
Tv net’te Akif Emre’nin hazırladığı Elveda Endülüs - Moriskolar belgeselini izledim. Orada dikkatimi çeken bir nokta vardı. İspanyol Müslümanlar dinlerinden ne kadar vaz geçse de, Hıristiyanlar gibi yaşasa da engizisyon tarafından tasfiye ediliyorlar.
Ve ana yurtlarında türlü türlü işkencelerle yok ediliyorlar. Endülüs’ün yıkılmasından sonra bile Müslümanlara hiçbir merhamet gösterilmiyor, hiç birinin “öz haliyle” yaşamasına müsamaha edilmiyor. İslam’ı simgeleyen ne kadar yapı varsa yıkıyorlar. İslam’ın izini İber Yarım Adası’ndan siliyorlar. Bu burada böylece dura dursun.
Taliban ile DAEŞ tarihi yok etti peki ya PKK
Afganistan’ı ele geçiren Taliban hareketi 2001 yılında Buda heykellerine dinamit koyup havaya uçurmuştu. O günlerde Türkiye’deki tartışmayı hatırlayın. “Taliban’ın ve sözüm ona temsil ettiği İslam’ın ne kadar taassup içinde olduğu, tahammülsüzlüğü, tarih şuurundan yoksunluğu”ndan başlayıp “İslam’ın zaten heykele karşı olduğu” filan konuşulmuştu.
2015 yılının Ağustos ayına geldiğimizdeyse DAEŞ terör örgütünün orta Suriye’deki antik Palmira şehrini tahrip ettiğine şahit olduk. Ve yine aynı konuları tartıştık. DAEŞ gibi “dini” (!) terör örgütlerinin tarih şuursuzluğu, antik yapılara olan nefreti filan tartışıldı.
İki örnek henüz hafızalarımızdayken bu kez Diyarbakır’ın Sur ilçesinden o meşum görüntüler geldi.
Dört Ayaklı Minare’nin kurşun yağmuruna tutulan ayakları topal edilmişti... Kurşunlu Camii yanıyordu..! UNESCO’nun “Dünya Mirası” listesindeki Sur harabeye dönmüştü.
Kısa süreli sokağa çıkma yasağı kaldırıldığında Kurşunlu Camii’ne koşan kadınlardan biri, “Oğul keşke benim ocağım yansaydı, caminin yerine” diye Kürtçe feryat ediyordu! “Hiç Allah’ın evi yakılır mı? Hiç Kur’an yakılır mı?” diye ağlıyordu!
Buda heykeli Taliban militanları tarafından yıkıldığında... Palmira kenti DAEŞ tarafından tahrip edildiğinde... Ses verenler, ortalığı ayağa kaldıranlar...
Kurşunlu Camii yandığında, Dört Ayaklı Minare topal kaldığında nerede?
Taliban ve DAEŞ sözüm ona İslam adına insan öldürüyor! İslam adına tarihi yok ediyor! O yüzden hem batıdan hem Beyaz Türklerden tepki sesleri yükseliyor.
Taliban ve DAEŞ, insanlığın ortak mirasına saldırmıştı... Peki PKK terör örgütü neye saldırdı? Hem insanlığın ortak mirasına hem bizim ortak mayamıza değil mi?
Endülüs’ü yıkan İspanyollar orada bir tek Müslüman’ın “kendi” olarak yaşamasına müsaade etmedi. Taliban gibi DAEŞ gibi örgütler de kendi gibi düşünmeyen her kim var ise, her ne var ise yok etmeye yönelmiş görünüyor.
Peki ya PKK terör örgütü?
Marksist -Leninist bir örgüt olarak ortak mayamız İslam’ı kendisine düşman belledi. Hem Yasin Börü gibi “kurban eti dağıtan” dindar gençleri öldürdü, hem dindarların mabedini ateşe verdi!
İspanyol engizisyonu ile Taliban ve DAEŞ arasında bir fark yoktur. DAEŞ ile PKK arasında da bir fark yoktur.
Hepsi de kendi dışındakinin yaşamasına müsaade etmeyen, “ötekileştiren” ve yok eden bağnazlık ürünü!
Amerika da artık kanton istemiyor
“Bayırbucak’ı ilhak etsek” diye başlayan, “Rojava kantonu oluyor da Halep kantonu neden olmasın” ve “Davutoğlu: Bir grup kanton derse, diğer grup da diyebilir” diye devam eden bir dizi yazı yazdım bu köşede. Maksadım, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı duyulmuyorsa ve birileri tarafından bir oldu bitti tezgahlanıyorsa bu tezgahı bozmanın Türkiye tarafından mümkün olduğunu hatırlatmaktı.
Halep örneği ya da Türkmen kantonunun kurulması kartlarının Türkiye tarafından açılabileceği ortaya çıkmış oldu.
Yazılarımın karşılık bulduğunu düşünüyorum. Hem Başbakan Davutoğlu’nun “Bir grup kanton derse, diğer grup da diyebilir” açıklaması hem kamuoyunda oluşan atmosfer Amerika’nın Ankara Büyükelçisi John Bass’ı bu konuda konuşmaya itti.
Büyükelçi Bass, Milliyet’ten Serpil Çevikcan’ın “PYD’nin Suriye’de kantonlaşma çabası” ile ilgili sorusuna şöyle cevap vermiş: “Suriye’nin birleşik Suriye olması gerektiğini düşünüyoruz. Gelecekte dini, etnik veya ideoloji temelli otonom bölgelere bölünmüş bir Suriye’yi desteklemiyoruz. Sınırın güney tarafında, PYD veya YPG’nin bulunmaması gerektiğine inanıyoruz.”
Bu açıklama bile tek başına önemli bir gelişmedir. Sizce de öyle değil mi?