Suriye için “En kötü senaryo gerçekleşiyor” diyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e itirazım var: ‘En kötü senaryo’ şimdi karşı karşıya olduğumuz durum değil, ondan bir sonrakidir. Yani, Türkiye’nin askerlerini Suriye topraklarına göndermesi...
Bir bakanın “Birkaç gün içinde yok ederiz” demesiyle gündemde olduğunu hissettiren durum...
Suriye’yi şu sıralarda savaş alanına dönüştürmüş gelişme Türkiye’nin eseri değildir. Başka ülkelerde rejim değişikliğine yol açmış ‘Arap Baharı’ndan etkilenen muhalif gruplar, Baas rejimine son verme veya hiç değilse onu yumuşatarak aynı sonucun alınmasını getirecek bir süreci başlatma amacıyla hareketlendiler.
Hareketlenmelerini ‘erken doğum’ yaptırarak Baas Partisi bile sağlamış olabilir...
Ondan sonra yaşananlar herkes için büyük bir ayıptır.
Ülkedeki Baas rejimi varlığını sona erdirecek hareketlenmeye ateşle karşılık verdi. O gün bugündür binlerce Suriyeli, ordunun, Baas militanlarının veya Şebbiha’nın elinde hayatını kaybetti. Gözünü kan bürümüş, en ağır işkenceleri kendi halkına reva gören bir rejim var Suriye’de...
Nedense hiç düşünülmeyen bir noktayı burada hatırlatayım: Yarın muhalif güçler üstün gelse ve Özgür Suriye Ordusu ülkede yönetimi eline alsa, işkence görenler ve yakınları ile aile fertlerini Esad-yanlısı güçlerin öldürdüğü kişiler, intikamcı duygularla davranacak ve kan akmaya devam edecektir. Her ‘iç-savaş’ta ve sonrasında olanlar yaşanıyor ve yaşanacaktır Suriye’de...
Türkiye kendisinin taksiri olmayan bir fiili durumla karşı karşıya kalınca, ‘Arap Baharı’ boyunca başka ülkelerdeki benzer gelişmelerde izlediği çizgiyi Suriye’ye uyarladı. Hem de rejimin öndegelenleriyle kurulmuş dostluk ilişkilerinin ağrısız-sancısız değişim için işe yarayabileceği beklentisiyle tepkilerini hayli geciktirerek...
Ne olduysa oldu, sonuçta bugünkü tablo ortaya çıktı. Tablonun bir tarafında Suriye ve Baas rejimiyle sorunu olmayan bölge ülkeleri, diğer tarafta Türkiye’nin de aralarında bulunduğu Baas rejiminin değişmesini arzu eden bölge ülkeleri var... Çoğu Batı ülkesi Suriye konusunda kenarda durmayı tercih ediyor...
Kızıyoruz Batı ülkelerine sergiledikleri çifte-standart için...
Aslına bakarsanız, bu durum, Türkiye dış politikasının kıvraklığını test etmek için bir fırsat teşkil ediyor. Sadece kıvraklığını da değil, hak ve adaletten yana olduğunu, çözüm için formüller üretebildiğini ve bunun için İslâm Dünyası’nın öz-dinamiklerini kullanabildiğini de test fırsatı...
Kolay olmadığını biliyorum, ama denenmeye değecek bir teklifim var: Genellikle savaşlardan sonra yapılana benzer bir ‘barış konferansı’nı şimdiden toplayabilir Türkiye... ‘Suriye’nin dostları’ gibi samimiyeti kuşkulu bir oluşum değil meramım... Suriye’yi alttan alta veya aleni destekleyen ülkeler ile Baas rejimine karşı mücadele veren muhaliflerin başarısını arzu eden ülkeler belli; o ülkelerin yönetimlerinin temsil edileceği bir ‘barış konferansı’...
Varacakları sonucu Şam yönetimi ile muhaliflere kabul ettirebilecekleri toplam güç konferansa katılacakların başarısının garantisidir. ‘İç-savaş’ın yol açtığı tahribat, sonunda kim üstün gelirse gelsin, elde hizaya getirilecek ahali bırakmayacağa benziyor çünkü.
Yoksa ‘en kötü senaryo’ bizim başımızda patlayabilir.