Muhalefet ile iktidar mücadelesi sandığımız şey çoğu zaman "üst akıl " ile "ulusal iktidar" kavgasıdır. Çünkü küresel iktidarın ajanları çoklukla lokal unsurlardır; ulusal hukuk sisteminin içindeki meşru siyasal aktörlerdir, uluslararası tanınırlığa sahip STK'lar, dernekler, baskı grupları ya da medya kuruluşlarıdır.
Bu aktörler üzerinden oluşturulan algıyla ulusal iktidarlar yıpratılmaya, itibarsızlaştırılmaya çalışılır. İktidarı meşru, temiz ve dayanıklı olmayan aktörler, milli menfaatlerini gözetseler de arkalarında halk desteği bulmakta zorlandıkları için kolayca devrilir.
Yahut bu tip aktörler, demokratik yollarla başa geçmemişlerse, monarşi veya azınlık gruba dayalı bir diktatörlükse, böylelerini de alaşağı etmekte zorlanmaz "Üst akıl".
"Üst akıl" değişebilir de; biz söz konusu olduğumuzda mesela, çok kez ABD'dir, İngiltere'dir, Almanya'dır, NATO sistemidir falan...
Saddam Hüseyin'in ABD işgali ve sonrasında Irak'taki Şii ve Kürtlerin katılımıyla devrilmesi olayında olduğu gibi. Saddam ABD'nin taleplerine önceden olduğu gibi evet dese, Iraklı Şii ve Kürtlere zulmetmeye devam da etse bir ömür iktidarda kalabilirdi.
Pakistan mesela, 10 yılda bir devletin başındaki kişi ya öldürülür ya darbe ile değiştirilir. Bugünlerde yine böyle bir sürecin içinde. ABD ve İran-Rusya arasındaki savaşın platosudur çünkü Pakistan. Bünyesindeki Şii nüfus dolayısıyla İran'ın nüfuz politikalarının mağdurudur. Afganistan'ın işgali ile başlayan bölgesel istikrasızlaşmanın doğrudan muhatabıdır. Şii-Sünni çatışmasının fay hattı ABD politikalarıyla mütemadiyen derinleştirilmiş ve Pakistan her dönemde kendini güvende hissetmek için bir büyük güce yakın durmak zorunda kalmıştır.
***
Aslında bu denklem coğrafi konumu ve nüfusu itibariyle stratejik öneme sahip ülkelerin tamamı için geçerlidir. Bu yüzden Mısır'da Sisi darbesi yapılmıştır. Katar'a uygulanan ambargonun da altında bu vardır.
Dünyanın büyük ağabeyleri evinize ayakkabılarıyla girer ve eşyaların yerlerini değiştirmeye kalkar. Hanenizi yeterince temiz ve dayanışma içinde tutmayı başaramazsanız geriye viran olmuş bir ülke, başarısız bir devlet, belki bir iç savaş kalır. Ya da esir olursunuz. Bir memur mutluluğuyla "Aybaşında elime ne geçeceğini bileyim de" ufkunda tutarsınız ülkenizi.
Yeraltı kaynaklarınız iştah kabartıyorsa da hava sahanızda uçuşan leş kargaları peyda olur. Enerji kaynaklarınızı millileştirmek isterseniz, İran'da Musaddık'ın başına geldiği gibi CIA ve MI6'nın darbesiyle devrilirsiniz. Ve bu darbeye içeride alkış tutan çok sayıda İranlı bulursunuz. 15 Temmuz'da Türkiye'de darbe yapabilselerdi tıpkı bizde de bulunacağı gibi. Üstelik aslında darbeye sevinirken bir taraftan da darbelere ne kadar karşı olduklarını anlatacaklardı. Darbe sayesinde istedikleri gerçekleşmiş olacak ve onlar da darbenin karşısındaymış gibi yapıp yine demokrat olmayı başaracaktı.
Bu tiplerin önemli bir kısmı da gazetecidir hep. Gazetecilik neden bu kadar "kutsal bir meslek" muamelesi görür biliyor musunuz; kamu hizmeti yaptığı için, halkın haber alma özgürlüğünün teminatı olduğu için değil. Emperyal aktörlere çalıştıkları için kutsaldırlar. Gazetecilik dokunulmazlıkları için elverişli bir şemsiyedir.
"Cumhuriyet gazetesi" deriz mesela.Türkiye aynı anda hem FETÖ hem PKK hem DEAŞ hem de DHKP-C terör örgütlerinin saldırıları altındayken aleni biçimde terörü övücü yayınlar yaptığı, Türkiye'yi FETÖ ve PKK'lı teröristlerin kumpasları üzerinden savaş suçlusu gösterdiği halde gazete olarak adlandırırız Cumhuriyet'i. Oysa yaptığı şey Türkiye'yi hedefe koyan güçlerin amaçlarına hizmet etmektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'a da bu yüzden karşıdırlar, yandaşı oldukları küresel aktörlere ne pahasına olursa olsun direndiği için...