Yazının başına oturduğumda, henüz Yunanistan’da kesin sonuçlar belli olmamıştı, ama, bütün göstergeler, tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşayan bu ülkede Radikal Sol Parti (SYRIZIA)’nın iktidar yürüyüşü ile büyük bir siyasi deprem yaşanacağı yönündeydi. Yunanlılar, bizim gibi Akdeniz kültür ikliminin insanlarıdır, AB, özellikle de Almanya tarafından 4 yıldır sistemli olarak aşağılanmaları, onları, yeni bir ulusal karara yöneltti. Küresel vesayetin kuşatmasına Altın Şafak gibi ırkçı/faşist partinin zemininde değil, sol tepkiyle karşı çıktılar.
Bizden cesaret aldılar...
Aslında, bu yolu, 2002 seçiminde biz açtık, fakat toplum olarak o sırada yaşam derdine düştüğümüz için, işin sonunun bu noktaya geleceğinin farkında değildik. 1991-2001 arasında ağır sosyal yıkımlar getiren ekonomik krizlerle palazlanan oligarşik iş çevreleri-işbirlikçi siyaset kadroları ve ülkeyi borçlandıran ama çivi çakmadan akan paraları yurtdışındaki hesaplara hortumlayan “vesayet aktörlerine” tepkimizi 2002 seçiminde gösterdiğimizde iş başına getirdiğimiz siyasi kadro bile bu kadar ağır bir deneyim yaşayabileceğini hesap etmiyordu.
Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan (2002) ve Brezilya’da Lula de Silva (2003) yolsuzluğa batmış, kendi sermaye grupları tarafından pervasızca kullanılan ve yüksek potansiyellerine karşın IMF’nin boyunduruğu altına sokulmuş ülkelerinin başına geçtiklerinde kıymeti kendinden menkul ekonomistlerin “küresel entegrasyon” olarak adlandırdıkları emperyalist yapılanma ne tür bir meydan okumayla karşılaştığının da farkında değildi. Lula’nın Brezilya’da açtığı yol, üç güçlü kadının emperyalizmin geleneksel sömürü alanı olan Latin Amerika’yı ayağa kaldırmasına neden oldu. Dilma Roussef (Brezilya), Michelle Bachelet (Şili) veChristina Fernandez de Kirchner’in (Arjantin) son BM Genel Kurulu’nda yaptıkları konuşmaların Erdoğan’ınki ile aynı olması bir tesadüf mü, hayır...
Yunanistan’da başkaldırı...
Yunanistan’ın 40 yaşındaki politikacısı Alexis Tsipras, 2012’de kurduğu ve hemen ülkenin ikinci siyasi gücü yaptığı partisi SYRIZIA’yı, iktidara taşıdı. Tsipras, Yunanlılara onurlarını koruyacağının sözünü vererek bunu başardı. Almanya Başbakanı Merkel’in, Avrupa Komisyonu+Avrupa Merkez Bankası+IMF “üçlüsü” ile el koyduğu Yunan ekonomisini “emperyalist boyunduruktan” kurtaracağını söylüyor. Merkel’in yeni kredi karşılığında Yunanlı egemen iş çevrelerine ve siyasetçilerine uygulattığı “istikrar programı”(!) Yunan ulusal gelirinin yüzde 30, sanayi üretiminin yüzde 35, ücretlerin yüzde 25 düşmesine, işsizliğin ise yüzde 25’e fırlamasına neden oldu. SYRIZIA’nın ekonomi beyni Yorgo Stathakis, “Yunan halkı 2010 yılından bu yana tarihin en ağır sosyal çöküntüsünü yaşarken, oligarşik iş çevreleri ve işbirlikçisi siyasi kadrolara hiçbir şey olmadı, onlar kazanmaya devam ediyor” diyor.
İspanya’da vesayet çöküyor...
İspanya’da, 36 yaşındaki politikacı (profesör) Pablo Iglesias’ın henüz bir yıl önce kurduğu partisi Podemos ile “vesayet rejiminin” tüm geleneksel partilerini geçerek Recep Tayyip Erdoğan gibi iktidara yürümesi, yine, bir tesadüf kabul edilebilir mi? Podemos’un Türkçe karşılığı “Yapabiliriz” demek. Iglesias tıpkı Tsiprasgibi İspanyol halkına, yaşadıkları çöküntüden ulusal güçleriyle kurtulmanın ve daha önemlisi ağır ekonomik kriz nedeniyle ezilmiş “onurlarını” kurtarmanın yolunu gösteriyor. Aralık 2015’te yapılacak seçimin en güçlü iktidar adayı. Podemos lideri “la casta” olarak adlandırdığı diktatör Franko’nun ölümünden bu yana ülkeyi yöneten oligarşiye ve giderek bir “Alman imparatorluğuna” dönüşen Avrupa Birliği’ne karşı çıkışıyla yükseliyor.
Yunanistan’da SYRIZIA, İspanya’da Podemos’un seçim zaferleri Almanya liderliğindeki “Kuzey Avrupalı”ların sürekli “tembellik/işe yaramazlıkla” karikatürlerine konu ettikleri Akdenizliler’in AB’nin kurumsallaştırdığı emperyalizme “dur” demesi anlamına gelecek.
Bizimle uğraşırlar...
Latin Amerika ve Akdeniz’de “sol” partilerin gerçekleştirdiği meydan okumayı (CHP kadroları kulaklarınız çınlasın) Türkiye’de kendini “muhafazakar-demokrat” olarak tanımlayan bir partinin yapmış olması, dünya siyaset tarihi açısından ilginç bir örnek oluşturuyor.
Bugüne kadar, Erdoğan’ın siyasi çizgisinin Ortadoğu’daki Müslüman toplumların demokratikleşme çabası için “model” oluşturduğunu konuşuyorduk, Avrupa, o meydan okumanın yeni örneklerini Akdeniz’de, kendi içinde yaşamaya başladı. Erdoğan’ın, AB’ye yaptığı “kapınızda dilenmeyiz” uyarısı ile Tsipras ile Iglesias’ın çıkışları arasında ne fark var?
Kanaatim, bunlar, Erdoğan’la daha çok uğraşırlar.