Açık söyleyeyim dün İstanbul'da, sözde emekçilerin polise saldırısı canımızı çok sıktı.
Gerçekten üzgünüm...
Kimileri marjinal gruplar üzerinden okuma eğiliminde dünkü olayları.
"Üç beş kendini bilmez" deyip geçiştiremeyiz saldırıları.
90'lı yıllarda yaşanan görüntüler gözümün önüne geldi.
96 1 Mayısıydı... Televizyon ekranlarında bir kişinin linç edildiğini seyretmiştik hep beraber.
Sonradan, linçe maruz kalan kişinin bir sivil polis olduğu söylendi.
Şuracığa not edeyim... Linç olayı dün sosyal medyada yeniden paylaşıldı, gerçekten korkunçtu.
İstanbul'da polise karşı alçakların yaptığı saldırıları görünce, işte bu korkunç olayı hatırladık.
Bir fırsatını bulsalar... Neyse.
1 Mayıs, sol örgütler tarafından istismar edilegeldi hep.
Geçmişte her 1 Mayıs akşamında, sokakların savaş meydanına döndüğüne şahit olurduk.
O zamanlar hep düşünmüşümdür...
Kapitalist sistem içinde, sol örgütler, nasıl bir işleve sahipti acaba?
Dün "bana bağırma" diyerek polisleri provoke eden Erkan Baş'ın tavırlarını görünce... yine doksanlı yıllarda bir kitapta okuduğum "Bu ülkedeki solcular komprador burjuvazinin bağırsaklarından beslenirler" sözünü hatırladım.
İşgalci İngiliz'le iş tutan İştirakçi Hilmi'nin ahfadı bunlar, arkadaş, çok iyi biliyorum.
Bugünün neoliberal politikalardan da en çok bunlar besleniyor, bakmayın siz.
Günümüz iştirakçi Hilmileri bunlar işte.
Yıllarca CIA'nın örtülü operasyonlarına taşeronluk edenler bu hizmetlerini Soros ve yerli Soros'ların emrinde vermeyi sürdürüyorlar. Dün olduğu gibi bugün de efendilerine ezilen halklar sömürüsü üzerinden devşirdikleri devrimci şiddet üreten harcanabilir militanları kurban ediyorlar.
Sol liberallerin cinsiyetsiz kelimelerle ürettikleri söyleme müptela bazı, sağcı muhafazakar tiplerin de anlamadığı nokta burasıdır.
Bunu da not edip geçelim...
Solculara müteallik bir başka sorum daha var...
Kapitalist evrende(!), "son büyük liberal" diye de yaftalanan Marks'ın tercümeci tilmizleri, gerçekten sisteme muhalif olabilirler mi?
Daha ileri gideyim mi...
Batı merkezci tarih anlayışını zemin kabul eden ve pozitivist aydınlanmada beyinleri donup kalan şu haymatloslar, eğer gerçekten muhaliflerse, kime karşılar.
Bunların bırakın Marks'ı okumayı, nekrofilik tutumlarından da anlaşılacağı üzere teolojik saplantılarından dolayı bilgiye kapalı olduklarını çok iyi biliyoruz.
Anlamaya çalışıyorum inanın.
Kapitalist enternasyonalizmin, yani emperyalizmin aparatı olmaktan öteye gitmeyen bu grupların, emek kavramını da içini boşaltarak, defolu ideolojilerine/daha doğrusu ölü sevici, saplantılı teolojilerine perde yaptıklarını gördükçe de inanın insanın canı çok sıkılıyor.
Oysa ben düşüncelerini her ne kadar batı merkezci tarih anlayışıyla tesis etse de Marks'ı ciddiye almışımdır hep.
Bizim saplantılı Marksistleri, emperyalizmin lejyonerlerini ciddiye almamayı becerebilir ve Gurundrise eserinden itibaren fikri takibinizi yaparsanız, kapitalist sistemin anatomisini nasıl teşhir ettiğini hayranlıkla takdir edersiniz Marks'ın.
Fakat tek kusuru vardır... Bütün batılı fikir ehli gibi, günün sonunda onun da Pavlus teolojisinden ilhamla bir tanrı krallığına gidecek mesiyanik bir kehanetle skolastik cinayetlere kapı araladığını görürsünüz.
Ki onun tanrı krallığı sınıfsız toplumdur.
Mesele de bu işte.
Bu ülkedeki solcular, kapitalist sistemin anatomisine ilişkin yazdıklarını bir kenara bırakıp kulaktan dolma bilgileriyle Marks'ın sınıfsız toplumla çerçevelediği ve yirminci yüzyılda milyonlarca insanın hayatına mal olan kehanetini/seküler skolastizmini ürettikleri şiddetin hatta terörün dayanak noktası yapıyorlar.
Bir de şunu net bir şekilde söyleyeyim...
Kapitalizmin bütün evrelerinde kendilerine geçim kapısı oluşturan şu solcular var ya, onların finans kapitalizm üzerine geliştirdikleri eleştirileri de ciddiye almayın asla, dediğim gibi neoliberal politikalardan da beslenmesini iyi bildiler.
Çünkü onlar, her devirde kapitalist enternasyonalin lejyoneri olmayı becerdiler.