Birleşmiş Milletler Genel Kurulu çalışmalarına katılmak üzere New York'ta bulunan Başkan Erdoğan'ın oradaki temasları dünya diplomasi çevrelerinde büyük ekseriyetiyle saygınlık ve ilgi ile karşılansa da, emperial güç odaklarınca hoşnutsuzluk ve korkuyla da karşılandı..
Tayyib Bey, BM. Genel Kurul çalışmalarına arka arkaya 14 kez katılan nâdir liderlerden birisidir. Halkı tarafından genel seçimlerde arka arkaya seçilmiş bir lider olması onu ayrı bir ilgi odağı haline getirmektedir ve o da, sadece kendi ülkesinde değil, dünya meseleleri konusunda da, emperyalist güç odaklarının manyetik çekim alanı dışında kalabilmiş veya kalma mücadelesi veren halklar için de derin bir tecrübe ve mücadele sembolü durumundadır. Nitekim o, hem dünya meseleleri konusunda, hem de özellikle Filistin ve Orta Doğu konusunda, emperial dünyaya en sert konuşmaları yapabilen nadir bir isim olduğu, BM'nin son genel kurulunda da bir daha görüldü.
*
Ama, asıl üzerinde durulması gereken konu şudur ki, BM taa baştan, 2. Dünya Savaşı'nın galip güçlerinin, en başta da Amerika'nın nükleer gücüne göre şekillenmiş bir kuruluştu..
Ve BM kuruluşu yeni bir genel kurul çalışmasını yaparken, özellikle de Amerikan emperyalizmi öncülüğündeki Batı dünyası, siyonist İsrail'i, Müslüman coğrafyalarının kalbî mesâbesindeki Orta-Doğu'da daha büyük savaş ateşi tutuşturmaya teşvik etmektedir.
Nitekim, bu satırlar yazılırken, siyonist İsrail rejimi resmen ilân etmeden, uluslar arası hukuk açısından bir devlet olan Lübnan'a karşı da, fiilî bir savaşı başlatırken; İsrail rejiminin bir kazâya uğramaması için; bütün emperyalist güç odakları, donanmalarını Doğu Akdeniz'e daha bir yığmış bulunuyorlar.
Tekrar edelim, Hristiyan dünyası, iki bin yıl lânetli olarak niteleyip kendi sosyal bünyelerinde, 'getto'larda yaşamaya mahkûm ettiği Yahudilerle olan düşmanlığını bir kenara bırakmışken.. Müslüman halklar, bu buhran karşısında hâlâ, aralarındaki etnik, coğrafyacı veya mezhebçi yaklaşımlarla güçlerini birleştirmekten uzak bulunuyorlar..
Ve Müslüman dünyası, birlik halinde olmaktan fersah fersah uzak bir perişanlık sergiliyor..
Her devlet, önce kendi varlığını ve kendi menfaatlerini korumak için, savaş ateşinden olabildiğince uzak durmaya çalışıyor.. Söz gelince, -halklarının çoğunluğu Müslüman olduğundan, İslâm ülkesi diye isimlendirilen- 56 tane devlet seyirci..
Ve bu 56 devletin çaresiz ve seyirci durumda olması, hemen bütün Müslüman halkları derin bir çaresizlik ve ümidsizlik girdabına sürüklüyor..
*
Bu noktada, Başkan Erdoğan'ın çok tecrübeli ve dikkatli bir diplomasi takib etmesinin inşaallah, nice hayırlı gelişmelere vesile olur.
Özellikle, Mısır'da, kanlı bir askerî darbe ile iktidar gelmiş olan General Abdulfettah Sisî'nin yönetimi ile 12 yıllık bir soğukluktan sonra, münasebeti daha yumuşak bir noktaya getirmiş olan Türkiye, şimdi Suriye'deki Beşşar Esed yönetimi ile ilişkilerini yumuşatmaya çalışıyor. Ancak, Suriye rejimi, bu beklentilere henüz de açık bir cevap vermemiş bulunuyor..
Suriye, kendisiyle coğrafî sınırı bulunmayan 10 bin km. kadar uzaktaki Amerika, 5 bin km. kadar uzaktaki Rusya ve yüzlerce km. uzaktaki İran güçlerinin kontrolünde iken; sadece 910 km. ortak sınırı olan Türkiye'den, güçlerini Suriye toprağından çekmesi şartını fiilen koruyor.. Halbuki, Türkiye'nin, sınırlarının ötesindeki terör güçlerinin saldırılarını yok etmek için orada bulunduğunu, Suriye yönetimi herkesten daha net olarak biliyor.
*
Bir diğer konuya da kısaca değinelim:
Bir öğretmen kişi, M. Eğitim Bakanı'nı, eleştirmenin ötesinde, ağır bir hakaret sözüyle vurmaya kalkışmış ve sosyal medyada yayınladığı bir mesajında, terbiyesizlik ve küstahlığının çukurundan ulumuş ve, 'M. Eğitim Bakanı 'Gazze- Gazze diye anırmaya devam edebilir.. Ben, sadece Çanakkale'yi anlatmaya devam edeceğim..' demiş.
Öğretmen demek için binlerce şahit gösterilmesi bile yetmeyecek olan o terbiyesiz kişi, sonra da, bu mesajını silmiş ve Bakan'dan da, medyada yer alan haberlere göre, 'İnsanlık hali, olabilir..' gibi son derece tuhaf bir karşılık görmüş..
Allah aşkına, o kadar terbiyesizce bir saldırının direkt muhatabı olan Bakan tarafından verilecek cevap, sahiden de böyle mi olmalıdır?
Üstelik de, Gazze'de verilen mücadelenin de, Çanakkale'de verilen mücadelenin de ruhundan bu kadar habersiz olan bir kişinin, hem de öğretmen olan kişinin bu küstahlığının muhatabı sadece bir Bakan ve hattâ Hükûmet değil, bütün bir Müslüman halk olduğu ortada iken, o terbiyesiz kişinin, öylesine müsamaha ile karşılanmayıp, derhal açığa alınması ve hakaretini karşılığının yargı tarafından verilmesi gerekmez miydi?