Türkiye'nin 93 darbesi ve 28 Şubat sürecinden önce en önemli kırılma anı 1991 seçimleridir.
Çalışan ve büyüyen Türkiye hayalinden yan gelip yatan - iflas eden Türkiye modeline o seçimlerle geçildi.
"Kim ne verirse 5 lira fazlası benden" söylemi sadece kamu bankalarında 20 milyar doların üzerinde zarara yol açtı.
"Erken emeklilik mucidi" sayesinde ise Türkiye trilyon dolara giden bir zarar sürecini yaşamaya devam ediyor.
91 seçimlerine giden süreç olmasaydı, 93 ölümleri olmasaydı, 28 Şubat zulmü altına gizlenen medyatik soygunlar olmasaydı, paşa paşa ülkemiz soyulmasaydı bugün Türkiye nasıl bir ülke olurdu?
Artık hayali bile zor.
***
Erken emeklilik sisteminin sorunlarını maalesef çözebildiğimizi söyleyemeyiz. Halen 50 yaşın altında emeklilik düzeni sürmektedir.
Oysa gelişmiş ülkelerde emeklilik için bırakın 65 yaşını, artık 67 yaşından önce emekli olmak imkansızlaşıyor. Unutmayalım ki ülkemizde bu tembelliğe ödenen her kuruş kamu bütçesinin yatırım yerine harcamaya gittiğini göstermektedir.
1991 seçimleri ile S.Demirel ve Rahmetli E.İnönü'ye devredilen Türkiye'de 7 çalışan varken 1 emekli maaş alıyordu.Bugüne ait bazı rakamlar vereceğim:
Son üç yılda bütçeden SGK'ya yapılan transfer ödemeleri aşağıdadır:
2009 yılında 52,6 milyar TL
2010 yılında 55,2 milyar TL
2011 yılında ise 52,8 milyar TL
Sadece son üç yılda emekli olanlara ödenen maaşları 68,6 milyar TL'den 23 milyar TL artışla 91,6 milyar TL'ye ulaşmıştır.
Yine son üç yılda sağlık harcamaları 28,8 milyar TL'den 7,7 milyar TL artışla 36,5 milyar TL'ye yükselmiştir.
Diğer giderlerde eklendiğinde sosyal güvenlik sistemimizdeki üç yıl öncesine göre artış 34,7 milyar TL ile yüzde 32 seviyesine ulaşmıştır.
SGK açıklarının maliyeti nereden karşılanıyor? Elbette ağırlıklı yük çalışan kesim üzerinden. Bugün bir asgari ücretli 701 TL alırken işverene maliyeti bin 32 TL'dir.
İşin daha ilginç yanı ise bir asgari ücretlinin emekli olduğunda çalıştığından daha yüksek emekli ücreti alıyor olmasıdır.
Sistem sanki çalışmayı değil emekli olmayı teşvik ediyor.
***
Bugün (Haziran 2012) SGK kayıtlarına göre 18 milyon 516 bin sigortalı bulunan ülkemizde 10 milyon 227 bin kişi emekli maaşı almaktadır. 1991 yılında 7 çalışan 1 emekliye bakarken, bugün 1,8 çalışan 1 emekliye bakmak durumundadır.
Bugün ülkemizin 74 milyon nüfusunun yaş ortalaması 30'un altındadır. Bu yaş ortalamasına karşılık bu sosyal güvenlik açığının izahı mümkün değildir.
Bu tabloda iki sakınca vardır.
Çalışanların üzerine binen yük ve SGK açıklarının bütçeye açığına dönüşmesi ile alt gelir gruplarının daha yüksek ödediği dolaylı vergi artışları.
Bir elden verip - diğer elden alınması durumu.
***
Bu açıklanamaz tabloyu yıkmak için bazı adımların atıldığını da görmekteyiz. Bugün biz bu adımlardan emeklilik sistemin özelleştirilmesini ele alacağız. Yani kamu emeklilik sistemine karşılık müthiş teşvikler getirilen Bireysel Emeklilik Sistemine (BES) yakından bakacağız:
Hükümet Haziran ayında devreye aldığı ama Eylül ayında yürürlüğe giren yeni teşvikle BES yapısını merkezi bütçeden de destekleyeceğini açıkladı.
Ben bu destekleri iki ana başlıkta sıralayacağım:
1-Doğrudan bütçeden (başkalarının vergilerinden) BES katılımcılarına yapılacak destekler. Bu destek yüzde 25 oranında yani 100 lira BES'e yatıran kişi hesabına devlet de 25 lira yatıracak. Fakat devlet katkısı yıllık (2012 için) 2 bin 700 lirayı aşamaz. Bu miktar asgari ücret ile orantılı her yıl belirlenecektir.
2-BES katılımcılarının ödemelerini vergiden düşme imkanları getirilmiştir.
***
Burada özellikle ilk maddeyi sorgulamamız gerekiyor.
Devlet bütçeden insanlar özel emekli olsun diye doğrudan BES şirketlerine (Bankalara ve fonlara) ödemede bulunacak.
Bankalar ve emeklilik fonları artık devlet bütçesinden de doğrudan para alacaklar.
Bugün yaklaşık 3 milyon kişiye ulaşan BES sayısı dikkate alındığında ve asgari ödeme düşünüldüğünde BES sisteminin bütçeye maliyeti bir milyar TL'ye ulaşmaktadır.
Yakın tarihte BES maliyetinin merkezi bütçeye yükünün 4-5 milyar TL'ye ulaşmasını bekleyebiliriz.
***
Sorun ne?
Bireysel emeklilik sisteminde biriken paralar temelde bankaların hakim olduğu mali piyasalarda değerlendirilecektir.
Fon yönetim ilkeleri ve mali piyasaların yapıları insanların gelecek hayalleri açısından geçmişe göre çok daha önemli olmuştur.
Fon yönetim piyasasına baktığımızda ise karşımıza hiçte iç açıcı bir tablo çıkmamaktadır.
Mesela halka açık fon şirketleri olan Menkul Kıymet Yatırım Ortaklıklarının (YO) İMKB'deki serüveni resmen HÜSRAN'dır.
Bırakın borsa ortalamasının üzerinde getiri sağlamayı, o uzman fon yönetimler vatandaşın parasını enflasyona bile kaybettirmiştir.
1997 yılından bugüne hisse senetlerinin ortalama yükselişini gösteren İMKB-100 endeksi 70 kat artış gösterirken, Yatırım Ortaklıkları endeksi sadece 23 kat artmıştır.
Aynı yıllarda fahiş faizlere (enflasyonun çok üzerinde) rağmen YO'ların enflasyon karşısında yüzde 40 civarında erimesini (kaybettirmesini) nasıl izah edebiliriz.
Finansallaşmanın hızla arttığı ve bugün tıkanarak ekonomik buhrana yol açtığı bir dünyada; denetimsiz-dengesiz ve verimsiz bir piyasanın hem de milletin vergilerinden oluşan devlet bütçesinden desteklenmesini nasıl izah edebiliriz.
***
Costas Lapavitsas'ın makalelerden hazırladığı "Finansallaşma ve kapitalizmin krizi" adlı kitabı okumanızı tavsiye ederim.
Kitapta Paulo L. dos Santos "günümüz kapitalizminde bankacılığın içeriği" üzerine çok güzel bir sunumu yer alıyor. Santos özetle şunu söylüyor:
1-) Günümüzde bankacılık mevduat-kredi faiz farkından kâr eden yapıdan çok farklıdır. Artık hizmet ücretleri, komisyonlar, masraflar vs. kesintiler çok daha önemlidir.
2-) Sürekli gerileyen reel ücretler ve gelir eşitsizliği ile insanlar finans piyasalarına itilmiştir. (kredili yaşam)
3-)Emeklilik sistemlerinin özelleştirilmesi bankaların faiz harici gelirlerini genişletme çabasını yardımcı olmuştur.
4-)Finansallaşma ile banka karları arasında sıkı bağ vardır. Banka kârlarının GSMH'daki yerleri son 30 yılda iki kat civarında artmıştır.
5-)Fon yönetimleri bankaların yeni parlak getiri alanlarıdır. ABD'de sadece 2000 yılında 3,4 milyar dolar fon yönetim ücreti alınırken 2006 yılında fon ücretleri 11,8 milyar dolara çıkmıştır.
Not:Bizim YO'lar üzerinden verdiğimiz benzer örneği ABD'de de görebiliyoruz. 1980-2005 yılları arasında S&P 500 endeksi yılda ortalama yüzde 12,3 yükselirken, uzmanların yönettiği hisse senedi fonları yüzde 10 düzeyinde kazandırabilmiştir.
6-)Bankaların bir diğer kazanç işlemi ise finansal işlemi kendi adına çevirebilmesidir. Kredi ilişkisinin de yardımı ile çok iyi bildiği şirketlerin finansal varlıklarından kendi hesaplarına işlem ile yüksek kazançlar elde ettikleri görülür. Oysa benzer kazançlı işlemlerin emeklilik fonlarına mı yapılıp yapılmadığı karmaşıktır.
***
Ülkemiz gerçeklerine bakarak konuyu tamamlamak istiyorum.
Bugün ülkemizde finansal yatırım alanında iki ana seçenek bulunmaktadır. Ya devlet tahvili ya da İMKB'den şirket hisseleri alınıp-satılacaktır. (Özel sektör tahvil piyasası da artmaktadır ama henüz küçüktür)
Devlet tahvilinde faizlerin negatife yöneldiği bir ortamda hisse senedi piyasası önemli olmaktadır.
Fon yönetim şirketlerinin ücret-komisyon gibi vs mucit adlarla keseceği masrafların dışında sermaye piyasalarının da sıkı denetime tabii tutulması gerekmektedir.
Bugünkü hal ile bu teşviklerin sürmesi halinde korkarım ki sistemden bankalar ve soyguncu borsacılar para kazanacaktır.
(Soyguncu borsacı tabirini özellikle kullanarak legalleşmiş bir sistemi ifade etmeye çalıştığımı belirtmem gerekir)
Ülkemizde bazı reformların yarım bırakılması ile yarım imamın imandan ve yarım doktorun candan ettiği misali sonuçlar oluştuğunu belirtmeliyim.
Örneğin çalışanların maaşlarının bankalar üzerinden ödenmesinin; bankaların eline terk edilen ücretli kesimi nasıl etkilediğini tartışmıyoruz bile. (yukarıdaki makale ne güzel özetliyor aslında)
Sonuç olarak mevcut düzende emeklilik hayalinden kimi BESleyeceğimiz çok açık değil mi?
Ülkemizde açık bir sanayi bakanlığı yazılmasına rağmen asıl çalışmanın zımni BANKA bakanlığı tarafından yapıldığını görebiliriz.
Ve bu ortamda
Gümrük ve Ticaret Bakanı sayın Hayati Yazıcı'nın elinde bulunan bankalara yönelik tüketici haklarını düzenleyen yasanın ne kadar vahim önemde olduğunu söyleyebiliriz.