İstanbul Film Festivali başlayınca Emek Sineması üzerine tartışmalar da hararetlendi. Emek, Festival filmleri için bulunmaz güzellikte bir mekan olduğu için her sinemasever İstiklal Caddesi’nde iç geçirerek dolaşıyor, mesleği sinemayla ilgili olsun olmasın birçok kişi sokakta, salonda yolumu çevirip “Ne olacak bu Emek’in hali?” diye bana soruyor! Emek ve Beyoğlu’nun yok olan bütün tarihi sinemaları benim de içimde bir yara ve tek elimden gelen onların İstanbul’un ve Türkiye’nin kültür sanat alanı için önemini dilim döndüğünce anlatmak... Diğer meslektaşlarım misali...
Galiba bunu da beceremiyoruz. Çünkü karşı argüman olarak proje sahibi firmanın yıkmayacağız, taşıyacağız, taşıma bir restorasyon biçimidir, mimarlık sanatı içinde yeri vardır, başka salonlar açacağız, alışveriş merkezi olmayacak pasaj olacak, kitapçı, müzik dükkanı bulunacak, müze bile olacak vb. şeklindeki açıklamalarını duyuyoruz. Oysa binlerce kişinin paylaştığına inandığım meselemiz bu ‘maddi’, ‘somut’ açıklamalar değil. Biz Emek’in manevi varlığını korumanın peşindeyiz.
Galatasaray’dan Şişli’ye kadar bir sinema mezarlığı haline gelmiş olan bölgeye artık dokunulmamasını istiyoruz. Girişi sinema mirasımıza adını veren Yeşilçam Sokağı’ndan yapılan Emek’in yerinde, in situ korunmasını istiyoruz. Bergama Sunağı da Berlin’deki müzede gayet güzel korunuyor, ama Bergamalılar, Egeliler, Türkiyeliler bu muhteşem tarihi değeri yapıldığı yerde değil taşındığı yerde görmek zorundalar. Proje sahibi firmanın ısrarla vurguladığı, parçaların işaretlenerek götürüldükleri yerde yeniden birleştirileceği moving sisteminin mükemmel bir örneği, işte! Ne olduğunu gayet iyi biliyoruz, olağanüstü koşullar altında kurtarıcı olabileceğini de inkar etmiyoruz.
***
Tartışmanın hararetlenmesinin bir nedeni de tam Festival’in açılış gecesi öncesi Emek’in de içinde bulunduğu Cercle d’Orient bloğunu bir alışveriş merkezine dönüştürmek isteyen firma tarafından bir basın toplantısı düzenlenmesi oldu. Propagandaya karşı protesto diye niteleyebileceğim bir fiyasko olmuş bu toplantı anladığım kadarıyla. Üyesi bulunduğum Sinema Yazarları Derneği -SİYAD da bir tarafmış gibi gösterilmeye çalışıldı bu toplantı vesilesiyle. SİYAD, sinema camiası içinde Emek başta olmak üzere bütün meselelerde net biçimde tavır belirlemeyi başaran bir sivil toplum kuruluşu olduğu için ateş hattında yer alır. O refleksle hemen siper aldı SİYAD. Bence doğru da yaptı. Ben de dernek yönetiminin çağrısına uyarak katılmadım bu toplantıya.
Proje hakkında eksik ve yanlış bilgi edinmediğimi de buradan beyan edeyim, bana hesap soran sanatseverlere borçluyum çünkü! Biz Emek’in tuğlalarının, duvar süslemelerinin, perdesinin falan peşinde değiliz. Manevi varlığının peşindeyiz. Bunun ne kadar güçlü bir varlık olduğunu İstanbul’da yaşanan kentsel ve kültürel dönüşümlere karşı diğer tepkilerin Emek’in “parçalanıp başka bir yerde yeniden birleştirilmesi”ne gösterilerin yanında ne kadar cılız olduğundan anlayabilirsiniz. Ben de Tarlabaşı ve Taksim konusunda hiç de kaygılı ve tepkili değilim, doğrusu. “Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi” diye özetleyebilirim tavrımı!
Emek’i yerinde korumak isteyen kitlenin ne kadar önemli bir müşterekte birleştiğinin daha belirgin bir göstergesi olabilir mi? Her kesimden, her düşünceden, her anlayıştan insan kaç kere sokaklarda toplandı, doğrudan İstanbul Film Festivali’nin törenlerinden başlayarak protestolar düzenlemedi mi? Emek’i ve Cercle d’Orient bloğunu öyle balmumu heykellerle doldurarak falan değil salt kültür sanat amaçlı kullanabileceğimiz bir mekana dönüştürmeyi hayal ediyoruz, özlüyoruz, o da olmayacaksa Emek’imize dokunmayın diyoruz. Çok mu zor bunu anlamak?