'Uzun tutukluluk’ haline itiraz konusunda elmalarla armutlar karıştırılıyor galiba...
Ergenekon ve ilintili davalar, Türkiye’nin ‘vesayet rejimi’ ve ‘derin devlet yapılanması’ da denilen demokrasi ayıplarıyla hukuk çerçevesinde hesaplaşmasıdır. Bu yönüyle de üzerinde titizlenmesi gereken, süreci zedelemekten kaçınılması şart davalardır. Yarının tarihçileri bugünleri değerlendirirken, sürecin içerisinde yer alan güvenlik güçlerini, savcılar ve yargıçlarla bütün yargı kurumunu ve onların arkasında duran siyasi kadroları hayırla yâd edecektir.
Bundan zerre kadar kuşku duymuyorum.
Davalar hukuki olduğu kadar siyasidir de. Ortalığı karıştırmayı görev bilen tipler bunu siyasi ortamı zehirlemek amacıyla yapmışlar, onları ortalığa salan veya eylemlerinden etkilenen devlet görevlileri de siyasete müdahale etmişlerdir.
Geçmişte bolca örnekleri görülen yanlışlıklara yakından bakıldığında siyasetle içli dışlılığı yüzünden konunun karmaşıklığı daha iyi anlaşılır. 1915’te ‘tehcir’ kararını verenler, 1955’te azınlıklara karşı kışkırtılmış kitleleri sokaklara sürenler, 1993’te işlenen bir dizi siyasi suikast ve toplumsal kalkışmayı planlayanlar ile 27 Mayıs’tan (1960) 28 Şubat’a (1997) uzanan çizgide askeri müdahaleleri ve ‘teşebbüs’ safhasında kalmış darbe girişimlerini yapanlar ‘vesayet rejimi’ sürsün diye oluşturulmuş ‘derin devlet’in unsurlarıydı...
Ancak bu insanların bir kısmı görünür devletin de görevlileriydi...
Zorluk da buradan kaynaklanıyor zaten: Devletin görevlileri bu davalarda devletin başka görevlilerini yargılıyorlar; onlara yardım etmiş, akıl hocalığı yapmış, talimatlarını yerine getirmiş sivil unsurlarla birlikte...
Yargılamanın sonunda verilecek cezaların caydırıcılığıyla eskinin yanlışlarının bir daha tekrarlanmayacağı hepimizin umududur. Hiç değilse benim umudum budur.
Şimdiye kadar anlattığım, denklemin ‘elmalar’ kısmını teşkil ediyor. Bundan sonra anlatacağım da ‘armutlar’ kısmıyla ilgili olacak...
Hukuk sistemleri adaletin yerine gelmesi için yargılamaların nasıl yapılacağını, yani ‘usul’ konusunu, olağanüstü önemser. Yargılama sonunda herkesin sürecin âdil gerçekleştiğinden emin olması esastır. Tarihten günümüze taşınan ‘Şeriat’ın kestiği parmak acımaz’ anlayışının altında bu ‘emniyet’ yatar. İntikamcı duygulara yer yoktur yargıda; kimse peşinen ‘suçlu’ ilân edilemez. Sanıkların savunma hakkı kutsaldır.
‘Tutukluluk’ ancak yargı sürecini olumsuz etkileyebilecek, adaletin yerine gelmesini engelleyebilecek durumlar için —sanığın kaçması veya kanıtları karartması ihtimali varsa— öngörülmüştür. Bunların ihtimal dışı olması veya ihtimalin sona ermesi durumunda ya ‘tutuksuz’ yargılanır sanıklar ya da yeni düzenlemeyle ‘denetimli serbestlik’ uygulanarak...
‘Armut’ dediğim ve ‘elma’ ile karıştırılmamasını istediğim konuya geliyorum: ‘Tutuklu’ yargılanan herkes ‘suçlu’ olmadığı gibi ‘tutuksuz’ yargılananlar da ‘suçsuz’ olmayabilir. Yargılama sonunda ‘suçlu’ bulunan tutuksuz yargılanan kişiler haklarında tutuklama işlemi yapılarak cezaevine gönderilir... Ergenekon ve ilintili davalar sanıklarından tutuksuz yargılanan ve ceza alacak olanlar cezaevini boylayacaklardır.
Peki ya sonunda ‘suçlu’ olmadıkları anlaşılan tutuklular ne olacak? Ya da, tutukluluk halleri yüzünden kendilerini doğru dürüst savunamadıklarını ileri sürecekler? Ağır hastalar?
Konu bir genelkurmay başkanının tutuklu yargılanmasıyla ilgili değildir kısacası; âdil yargılama ve hukuka uygunlukla ilgilidir.