Terör örgütleri, hem siyasetin hem sosyal yaşamın en karmaşık konusu. Çoğu kez bir örgütü tanımlamak kolay oluyor. Zira şiddet eylemleri yapan örgütler, bu faaliyetlerine imzalarını atıyor, dolayısıyla isimlerini gizlemiyorlar.
Zor olan ise teröristin saptanması. Bir terör eylemi yaparken, hazırlarken, tasarlarken yakalanan kişilerin terörist olup olmadıklarından kuşku duyulmuyor. Ancak, kimin bu örgüte üye olduğu, kimin örgüt için çalıştığı ya da kimin örgütü kendi adına çalıştırdığı konularından emin olunamıyor. İnsanlar örgüt kimlik kartlarıyla ortaklıklarda dolaşmadıklarına göre, ancak o örgüte ait simgeleri taşıyorlarsa fikir sahibi olunabiliyor. Dolayısıyla kişilerin bir örgüt üyesi olduğuna dair iddialar, çoğu zaman ispatlanması zor iddialar kapsamına giriyor.
Sonuç itibarıyla, bir ya da birkaç sözüne güvenilir devlet bir kişinin terörist olduğunu iddia ederse ya da bu kişi doğrudan bir eylem yaparken tespit edilmişse, o kişi terörist olarak ilan ediliyor. Yanılma söz konusuysa, konu insan hakları ihlali, değilse terörle mücadele kapsamına giriyor.
Belirsizlikten çıkan vazife
Bu çıkmazın her ülkede yaşandığına işaret etmek gerek. Üstelik her terör örgütünün birlikte çalıştığı yasal olan ve olmayan kuruluşlar, istihbarat örgütleri olabiliyor. Bu birlikteliklerin sürekli olması da gerekmediğinden, yani bir tür taşeronluk söz konusu olduğundan terör örgütü ile adı birlikte anılan birçok yasal kuruluşun, kurumun ya da devletin adı anılabiliyor, ancak ispatı kolay olmuyor. Zira terör örgütleriyle yapılan işbirliğinin birinci kuralı, inkar etmek oluyor. Açık deliller ya da suçüstü durumları yoksa örgütlerin diğer ortakları konusunda sadece tahmin yürütülebiliyor.
Söz konusu koşullar, terör örgütlerinin isimleri üzerinden bile siyaset yapılmasına olanak sağlıyor. Örneğin yıllarca PKK’ya bazı Avrupa ülkelerinin, bazen ABD’nin, zaman zaman Rusya’nın, mutlaka İsrail’in yardım yaptığı iddiaları ileri sürülmüştü; ancak bu yardımların ne olduğu, nasıl yapıldığı, amacının ne olduğu kamuoyu tarafından öğrenilememişti.
Bugün de benzer bir durum söz konusu. Günümüzün üzerine siyaset inşa edilen örgütü El-Kaide. Bu örgütün örneğin Suriye’de kaç bağlı kuruluşu var, bunlar gerçekten El-Kaide mi, militanları kim tam olarak bilinemiyor. Ancak El-Kaide’ye yardım eden her kurum ve kişi terörist, onunla mücadele eden de makbul kabul ediliyor.
Doğru devlet-yanlış devlet algısı
El-Kaide’ye yardım ettiği iddia edilen eğer bir devletse, bu daha vahim sonuçlar doğuruyor. Bugün Suudi Arabistan başta olmak üzere bazı Körfez ülkelerinin İran ile mücadele için bu çerçevede adları geçiyor, dolayısıyla bu ülkelerin sistem dışına itilme olasılıkları artıyor. Kısacası yeni enerji ittifakları kurulabilmesi için eski ittifaklarda delikler açılıyor.
Süreç, El-Kaide’ye yardım edeni cezalandırma üzerinden çalışıyorsa, Türkiye ile de benzer iddiaların ileri sürülmesi anlamlı. Ancak anlaşıldığı kadarıyla Türkiye’nin El-Kaide ile mücadele ettiğini bilenler bu tür iddialarda bulunuyorlar. Öyle olmasa, ima dolu dolaylı yollar aranmaz; “ele geçirilenler”, Türkiye’de değil, Suriye’de ilgili kişilerin eline geçtiğinde deşifre edilirdi.
Bununla birlikte, Türkiye’nin El-Kaide ile mücadele ettiğine iç ve dış kamuoyunu daha fazla ikna edecek işlere imza atması gerekiyor. Zira mesele, mücadele ya da desteğin gerçek olup olmamasından çıkmış, ülkelerin pozisyonlarının nasıl algılandığı aşamasına tırmanmış durumda.