Terör yine kanlı yüzünü gösterdi. Adres yine Ankara. Şehitlerimiz var, yaralılarımız var. Şehitlere Allah’tan rahmet yakınlarına başsağlığı, yaralılara da acil şifalar diliyorum.
Diliyorum ama hemen herkesin yüreğinin kabardığı, bu acıya lanet üstüne lanet okuduğunun da farkındayım.
Evet içimiz kan ağlayacak ama kızılcık şerbeti içtik diyeceğiz. Farkındayım. Ama o üzülmüş gibi yapanlar yok mu, işte onların hali, tavrı insanı çileden çıkarıyor.
Kim mi?
O kadar çok ki alt alta yazsam inanın sütun, sayfa yetmez.
Mesela Selahattin Demirtaş. Sırtını, işi gücü devletin askerini polisini öldürmek, masumları katletmek olan PKK’ya, YPG’ye dayadıktan sonra, Ankara saldırısının ardından bir twit atıp “Ankara’daki acımasız saldırıyı kınıyor, hayatını kaybedenlere rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifa diliyorum” diyebiliyor. Oysa “maktulünün cenazesine gelip herkesten fazla ağlayan katil”in durumu neyse Selahattin Demirtaş’ın durumu da öyle. Elini yıkayıp bu ölümlerden sıyrılabileceğini sanıyor.
Mesela Kemal Kılıçdaroğlu. Ölümle burun buruna gelen, kadın çocuk demeden katledilen Bayırbucak Türkmenlerini “ne bayır kaldı ne bucak” sözüyle zekasıyla orantılı olarak aşağılayıp, bir kez daha tarihe geçti. CHP grubundaki adamlarını kahkahalara boğdu. Olsun. Yakışır O’na. Esed’e adamlarını gönderip meşrulaştırma, ABD’nin ve HDP’nin yörüngesine girip YPG’yi “terör örgütü değil” deyip aklamaya çalıştıktan sonra, bir de terörü lanetlemiyor mu? Belli ki O da elini yıkayıp kurtulacağını sanıyor.
Mesela Fatih Portakal. 7 haziran seçimleri öncesinde “PKK’ya teşekkür etmek lazım” diyen medyacı! 1 Kasım sonrası artan terör olaylarını “reyting” uğruna lanetlemiş, anti-PKK çizgisine geçmiş gibi görünmüştü. Ama bulduğu her fırsatta teröre selam çakmaktan geri durmamıştı. Son saldırı sonrası sunduğu ana haber bülteninde Erdoğan’ın patlama öncesi bir toplantıda gündemdeki başkanlık konusuna atfen yaptığı konuşmanın haberini verip ardından “ülkede patlamalar, ölümler, savaş senaryoları var. Bırakın artık şu Başkanlık meselesini, Ülkede güvenlik sorunu var” dedi. Oysa o da biliyordu ki bu konuşma patlamadan saatler önce yapılmıştı. Ama Portakal’ın algısı o konuşma sanki patlamadan sonra yapılmış gibiydi. İşte bu Portakal da “saldırıyı lanetliyorum” diyor. Ellerini yıkayıp sıyrılabileceğini sanıyor.
Dün Zaman ve Cumhuriyet Gazetesi pişti oldu. “Devletin kalbine bomba” manşeti attı. Paralel hareket ettiler yani. Oysa biri MİT TIR’larını (iddiaya göre) milyon dolar karşılığında haberleştirmiş, diğeri de devletin kalbine hançer sokanlarla iş tutmuştu. İşte bu iki gazete ve onların yancıları “Teröre lanet” diyor. Erdoğan nefretini canlı tutmak adına her türlü kepazeliği yaptıktan sonra ellerini yıkayıp kurtulabileceklerini sanıyorlar.
Nazlı Ilıcak Pazar gezmelerinden, eski polislere sahip çıkmaktan, kalemiyle paralele hizmet vermekten zaman buldukça, Erdoğan nefretinin gereğini yapaduruyor. Öyle ki ülkeyi “güneydeki sevilen vatanlarına” peşkeş çekenlere gülücükler saçarken, sosyal medyadan tehdit etmekten geri durmuyor. “Gerginlik kutuplaşma sonrası ilk adım istifa. AKP-CHP koalisyonu tek adam keyfiliğinin son bulması” tivitini atabiliyor Nazlı hanım. Oğlu bile “yeter” diye feryat ediyor. Ama ne mümkün. “Yüzde 49.5 oy almış AK Parti iktidardan ayrılsın, CHP ile koalisyon kursun yoksa daha çook bomba patlatırız” mı diyorsunuz Nazlı hanım? Bu mesajlardan sonra elinizi yıkayıp bu kandan kurtulabileceğinizi mi sanıyorsunuz yoksa?
Ve ABD. YPG müttefikimiz diyorsunuz. PKK gibi terör örgütü değil diyorsunuz. Eline silah vücuduna bomba bağlıyorsunuz. Desteklediğiniz YPG, Özgür Suriye Ordusu’nun elindeki Minak havaalanının adını “Serok Apo” olarak değiştirdiklerini söylüyor. Huu. Orada kimse var mı? “Biz PKK ile aynıyız” diyorlar. Duymuyor musunuz? ABD Dışişleri Bakanlığı “Türkiye’nin vurduğu bölgedeki YPG’yi desteklemiyoruz” açıklaması yapıyor ama siz de Türkiye’deki yerleşikleriniz gibi elinizi yıkayıp kurtulabileceğinizi mi sanıyorsunuz?
Sanıyorsanız çok aldanıyorsunuz...