II. Dünya Savaşı sırasında Alman kamplarında tutulan Tatar esirlerin çektiği acıları ve yaşanan büyük insanlık dramını anlatan Kırımlı, unutturulan tarihimizin bir izdüşümü.
Türk sinemasının bir ülke sineması olarak alması gereken sorumlulukları almadığını düşünüyorum. Orta Asya’dan yola çıkmış, Müslümanlığın yayılması için kılıcını, kalemini kullanmış, koskoca bir imparatorluk, sonra da üzerine cumhuriyet kurmuş bir milletin tarihini anlatmak bağlamında sinemaya baktığımızda zayıf bile değiliz, sanki yokuz. Üstelik bu teknik yetersizlikler veya parasızlık gibi durumlarla da açıklanamaz.
Hemen yakın coğrafyamızda Moğolistan’ın, Kazakistan’ın bile kendi tarihlerini anlattığı, sinemasal olarak da yetkin filmler var. Kısacası bizim eksikliğimiz bambaşka sebeplerden. Entelektüel sınıfımızın kimliksizliği belki de bunun en büyük sebebi... Üstelik izleyici bu tür yapımlarla ilgilenmiyor da diyemezsiniz. Fetih 1453’ün sinemasal olarak çok bir şey ifade etmediği halde yaptığı gişe ortada. Peki o zaman neden bu ilgisizlik?
Siz konuşmazsanız birileri sizin yerinize konuşur. Alın işte Fatih Akın’ın Kesik filmi ortadaki boşluğu böyle çirkince doldurdu. Tam bunun üzüntüsünü ve hayal kırıklığını yaşarken Kırımlı filminin yapımcısı Avni Özgürel ve eşi Ayfer Hanım’ın davetini aldım. Bakmadığımız, arkamızı döndüğümüz Türki devletlerde neler oluyor? Bunların tarihindeki yerimiz, onların bizim tarihimizdeki yeri neresi? Bütün bu soruları tekrar sormamıza sebep olacak bir film Kırımlı.
Rus Devrimi’ni takip eden yıllarda Kırım’da doğmuştur Sadık Turan. II. Dünya Savaşı sırasında Kızıl Ordu safında subay olarak savaşır ve Almanlar’a esir düşer. Hitler Doğu Cephesi’nde Rusları zayıflatmak adına yeni bir strateji geliştirmiştir. Kırım Türkleri’ni toplama kamplarından alıp onlardan birlikler oluşturur. Bu askerlere verdiği söz, Kırım’ı bir Türk devleti olarak tanıyacağıdır. Sadık ve arkadaşları da bu birliklere katılır. Ama Almanlar verdikleri sözü yerine getirmez. Turan ve arkadaşları ne Almanlarla ne Ruslarla olabileceklerini anlar ve kendi özgürlükleri için savaşmaya başlar. Bu tarihi gerçeklerin içinde Sadık’ın gözünün açılmasına sebep olan Maria adlı bir kadın direnişçi vardır. Ruslar’ın yanında Almanlara karşı örgütlenmede yer alır. Kader Maria ile Sadık’ın yollarını buluşturur ve aralarında bir aşk doğar.
2000 SONRASI EN İYİ DÖNEM FİLMİ
Filmde Sadık’ı canlandıran Murat Yıldırım, gösterişsiz oyunculuğu ile başarılı bir performans sergilemiş. Sevgilisi Maria’yı canlandıran Selma Ergeç ise mükemmel bir cast seçimi olmuş. Bir Türk oyuncunun yabancı bir karakteri canlandırması çoğunlukla suni kalır. Ama Selma Ergeç bu handikapı aşmış. Filmin başarısının altında yönetmen Burak Arlıel’in imzası var. Filmin en dikkat çeken yanlarından biri de savaş sahnelerinin başarıyla kotarılmış olması. Bütçe sıkıntısı nedeniyle bazı eksiklikler olsa da 2000 sonrası en iyi dönem filmimizi seyrettiğimi söyleyebilirim.
Tipik bir Ken Loach filmi
1930’lu yıllarda İrlanda kırsalında geçen Özgürlük Dansı, baskıya karşı gençlerin sanatla direnişini ele alıyor.