Çözüm süreci akim kalsın diye ellerinden gelen melaneti sergilemiş adamlar...
Şimdi PKK’yla bir ilişkileri bulunmadığına inandırmaya çalışıyorlar.
Uzunca bir süre, “PKK’nın parlamento temsilcisi” gibi çalıştılar.
Bağlamalı, süt oğlanlı kampanyalardan sonra aldıkları yüzde 13 oyun, “PKK’ya verilmiş oylar” olduğuna inandılar ve Aydın Doğan katkılı bu sahte oy patlamasını terör uygulamalarına “zımni destek” diye yorumladılar.
Sırtlarını YPG’ye, PYD’ye, YPJ’ye, şuraya buraya vermekle övünüyorlardı.
PKK’nın bizleri “tükürüğüyle” boğacağını söylüyorlardı...
Silahsa, silahtı...
Bir milletvekilleri (HDP’nin Van milletvekili) böyle söylüyordu... Devletin (yani “güvenlik güçlerinin”) bir an önce oraları terk etmesi gerektiğini “buyuruyordu”; ya efendice çekip giderlerdi, ya da gönderilirlerdi; silahsa, silahtı.
Çözüm sürecine güya “evet” demişlerdi, devleti masaya oturmaya ikna etmişlerdi, bir diğer ifadeyle kamuoyunu silah bırakacaklarına inandırmışlardı ama “çukur direnişi” de gösterdi ki, masa kurulur kurulmaz oluşan zımni sulh ortamını silahlanmak, silahlanmak ve bir “terör ayaklanması” başlatmak için kullanmışlar.
HDP’nin, seçileceğine garanti gözüyle bakan Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş, “Ben zamanında hendeklere karşı çıkmıştım ama dinletemedim” diyor.
Karşı çıkmış mıydı?
Elbette hayır...
Bekledikleri “mutlu günler”in, hendeklerle başlayan direnişle geleceğini söylüyordu ve Güneydoğu Anadolu bölgesini silah deposu haline getiren terör örgütüne övgüler yağdırıyordu.
Bugün, “hendekler yanlıştı” diye günah çıkarmasının bir inandırıcılığı var mı?
İnandırıcılığı var mı ki, değeri olsun?
Demirtaş, değersiz açıklamalarına geçenlerde bir yenisini daha ekledi; Edirne Cezaevi’nde “Amerika’nın Sesi”ne konuştu...
Hem günah çıkardı, hem de PKK’yla bir ilişkileri bulunmadığını anlattı.
Elbette yine yalan söyledi…
Kamuoyunu enayi yerine koydubb.
Diğer partilerin PKK’yla ilişkisi ne kadarsa, onlarınki de o kadarmış. Diğer partilerden farkları, Kürt sorununun çözümü konusundaki anlayış ve yöntemleriymiş... Çünkü onlar, “PKK'nın diyalog ve müzakere yöntemiyle ikna edilerek silah bırakmasını” savunuyorlarmış.
İyi de muhterem, dağdaki elemanlarınız “Bu silah bırakma işi de nerden çıktı? HDP kime sordu?” dediğinde, hepiniz kuyruğu kıstırıp dağdan gelecek yeni bir talimatı beklememiş miydiniz?
Bu talimat doğrultusunda, “6-8 Ekim provokasyonunu” sahneye koymamış mıydınız?
Bu talimat doğrultusunda 52 Kürt vatandaşımızın kanına girmemiş miydiniz?
Bu talimat doğrultusunda “çukur siyasetini” başlatmamış mıydınız?
PKK’yla ilişkiniz diğer partilerinki kadarsa, kimlerin milletvekili listelerine gireceğine, kimlerin eş başkanlığa seçileceğine niye “dağ kadrosu” karar veriyor?
PKK’yla ilişkiniz diğer partilerinki kadarsa, neden il ve ilçe teşkilatlarınızın “askerlik şubesi” gibi çalışmasına göz yumdunuz?
PKK’yla ilişkiniz, diğer partilerinki kadarsa, PKK’nın Suriye’deki işgal girişimlerini, neden, “YPG Fırat’ın batısına geçecek, siz de mal mal bakacaksınız...” diye nümayişle karşıladınız?
Madem PKK'yı diyalog ve müzakere yöntemiyle silah bırakmaya ikna etmek gibi bir misyonunuz vardı, neden bu görevi Meclis’e 80 milletvekili soktuğunuz dönemde hatırlamadınız?
PKK’yla ilişkiniz diğer partilerden elbette çok farklı...
Bunu siz de biliyorsunuz.
Hem PKK’nın bir devamı ve uzantısısınız, hem de “suç ortağı”sınız.
Dolayısıyla, “elinizin kanıyla” yaptığınız nedamet açıklamalarının hiçbir değeri yok!