Türkiye’de demokrasiyi de siyaset kurumunu da muhafaza eden, halkın ekseriyetinin sandığa giderken herhangi bir ideolojiyi değil yönetme becerisini esas almasıdır.
Bu sebepledir ki darbelere rağmen halk iradesi, önüne sandık konulduğunda hep makul ortada kendini göstermiştir.
Fakat Cumhuriyetin makus talihi o ki; her 10 yılda bir askeri darbeyle halkın iradesi gasbedilmiş, anayasal düzen askıya alınmış ve bu pratik nedeniyle sadece demokrasimiz değil ekonomik ve siyasi bağımsızlığımız güdük kalmıştır.
En son, 15 Temmuz darbe kalkışmasına halkın mukavemeti, iradesine sandıkta sahip çıkmakla yetinmeyeceğinin, gerekirse canını da verebileceğinin ilanıdır.
Bu anlamda bir milattır 15 Temmuz. Demokrasi mücadelesi anlamında tüm dünyaya emsaldir.
MAKUL ÇOĞUNLUĞUN TERCİHİ YÖNETME BECERİSİ
Türkiye’yi, makul çoğunluğun sağ duyusu yönetmektedir. Ve bu hep böyle olacaktır. Bunun içindir ki kurulan tüm gizli-açık ittifaklara, zorlama çatı adaylara rağmen halk yönetme becerisi olandan şaşmamıştır.
Yeni sistemin kazanımlarından biri de siyasi ve toplumsal merkezi güçlendirme kabiliyetinin yüksek olmasıdır. Bu haliyle, yeni güç merkezlerinin temerküzüne de fırsat vermektedir. Temsilde çeşitlilik sağlarken yürütmenin parçalı olmasının önüne geçerek istikrar sorununa da önemli oranda çözüm olmuştur.
Günün sonunda yönetme becerisi olanın seçilmesini sağlayan sistemler, marjinal siyasi talepleri merkeze yaklaştırır ya da merkezdeki bir gövde parti ile ortaklaştırır. Burada merkez, statükoyu değil makuliyeti temsil eder ve son derece de dinamiktir.
Kamuoyu yoklamalarının anlaşıldığı üzere, Kovid 19 salgını ile mücadele sürecinde halkın hükümete desteğinin artmış olması, ‘makul ortanın’ tercihin yönetme becerisi olduğunun somut ve güncel göstergesidir.
Bu sürecin siyasi kültüre de etki edeceği, sert siyasi iklimi kısmen de olsa yumuşatabileceği öngörülebilir.
SİYASİ RETORİK Mİ TROLLİZM Mİ?
Ancak Türkiye’nin içinden geçtiği süreçte söylemsel düzlemde siyaset bir türlü yumuşamadı, bilakis muhalefetin siyaset dışı aktörlerden medet umduğu bir vasat gelişti ve siyasi retorik giderek trollizme teslim oldu.
Buna en büyük katkıyı, yalanın siyasi bir enstrüman olarak keşfedilmesi yapmıştır.
FETÖ darbe girişiminin alkışlanması, OHAL sürecinin “asıl darbe” olarak nitelenmesi, mütemadiyen saray rejimi gibi ithamlarla yüzde 52’nin oyuyla seçilmiş bir siyasi liderin meşruiyetinin yadsınması, FETÖ söylemlerinin Meclis çatısı altında dile getirilmesi, PKK ve DHKP-C gibi illegal örgütlerin eylemlerinin ve bu eylemlerin faillerinin kutsanması falan... tüm bunlar uçlardakini merkeze taşıma ameliyesi değil, illegal olanı legal zemine davet etmek de değil, dağdakine düz ovaya buyur etmek hiç değil; bilakis başkentte gerilla siyaseti yapmaya özenmektir, özenenleri cesaretlendirmektir.
Son zamanlarda medyada görünür olan yahut sosyal medya üzerinden özgün gazetecilik yapan kimi isimlerin haklı şekilde eleştiri alan söylemleri tam da bu sürecin bir getirisidir kanımca. Fakat bu bir mazeret olamaz.
Çünkü makul ortayı baltalayan her çıkış, kimden gelirse gelsin ne milli ne de yerlidir.
Provakatif bir etkiyle makuliyete zarar vereceği için zıddına inkılap etmiştir.
‘Liste’ vs. lafları, kabul edilemezliğinin yanında makulün doğal gücünü de gölgelemektedir.
Bu ülkede bir daha darbe yapmaya kalkan olursa yine karşısında bizleri bulur.
Elinde bayrak, dilinde tekbir olan amcaları, teyzeleri...
Silah olarak bunlar yetti, yine yeter...