Cuma öğleden sonra sanki kendi evi yıkılmış da ailesi sevdikleri enkazın altında kalmış gibi nefesini tutmuş vaziyette Türkiye. Bir an önce sağ salim çıkarılsınlar diye dua ederek, umut ederek gelecek iyi haberleri bekledik.
Zaman ilerleyip kaybettiklerimizin sayısı artınca endişemiz de arttı.
65 saat sonra geldi mucize. Üç yaşındaki Elif’in o minik elini, sabah ışığında uçuşan sarı saçlarını görünce kendi evladımız kurtulmuş gibi sevindik. Ama durumu nasıldı, bir yerinde kırık çıkık ezik var mıydı, iç kanaması var mıydı, ağlıyor muydu? Endişelerimizi dualarla bastırdık. Hayata tutunan o minik elin hastane odasından el salladığını görünce dünyalar bizim oldu, şükrettik.
Elifimiz de diğer yaralılar da sapasağlam çıkarlar inşallah hastaneden.
***KAHRAMANLARIMIZA MİNNETLE!
Deprem yaşanır yaşanmaz Türkiye’nin dört yanından İzmir’e gelen ve her bir canı canlı çıkarmak için uğraşan arama-kurtarma ekiplerine şükran borçluyuz.
İçişleri Bakanlığına bağlı AFAD ekiplerinin, Sağlık Bakanlığına bağlı UMKE ekiplerinin, belediyelerin, federasyonların, üniversitelerin ve Türkiye’nin ilk sivil arama kurtarma ekibi olan AKUT’un çalışmaları sayesinde umudumuz hep canlı kaldı. Onların kendi canlarını hiçe sayan çabasını, umutların azaldığı noktada bile vazgeçmeme ısrarını görmek hepimize çok iyi geldi. İyi ki varlar!
Bu yaptıklarını görevli olarak değil gönüllü olarak yapmaları ise yaptıkları iyiliği daha da güzelleştiriyor.
***99 ENKAZINDAN BU YANA DEVLET
Yaşanan her deprem felaketinden sonra aklımız ister istemez 99’a gidiyor. Orada yaşanan çaresizliği, kimsesizliği unutmak ne mümkün... “Sesimi duyan var mı” çığlıklarıyla “devlet nerede” isyanı hala kulaklarımızda.
Eğer kişinin siyasi manada bilinçlendiği, netleşip keskinleştiği bir andan, bir olaydan bahsedilebilirse, benim için 99 depremdir o idrak anı. Deprem öncesi umursamazlığını, deprem sonrası umarsızlığını görünce “devlet” mefhumuna ve siyasilere dair çok net bir karar verdiğimi söyleyebilirim. Hala da siyasi anlayışımı en temelde belirleyen kriterlerden biridir bu tecrübe.
1999 depreminde devlet “resmen” ufalanmıştı. Enkaz altındaydı. İletişim ve ulaşım altyapısı çökmüş, hiçbir yerden haber alınamıyor, yardım ulaştırılamıyordu. Yardıma koşması gereken Kızılay’ın kendisi yardıma muhtaçtı.
Bütün dikkatini ve enerjisini toplumun bir kesiminin en temel insan haklarını kısıtlamaya, İmam-Hatipli çocukları, başörtülü öğrencileri okullarından kovalamaya veren –zamanın- devlet kadrolarının vatandaşların can güvenliğini korumak ve afet sonrası hayat kurtarmak gibi bir derdinin, hiçbir planının olmadığı kısa sürede anlaşılmıştı.
O kadar ki Kandilli Rasathanesinin Müdürü Mete Işıkara’nın depremden 68 gün ve 24 saat önce yaptığı uyarılara rağmen ne teyakkuz hali, ne koordinasyon hazırlığı yapılmıştı. Yardımcılarının “uyandırmaya kıyamadık” dediği Başbakan Ecevit gece 03’te olan ve 18 bin 373 kişiyi hayattan koparan depremden sabahleyin, yani her zamanki saatte kendiliğinden uyanınca haberdar olmuş, yıkılan illerin valilerine ise depremin üzerinden 16 saat geçtikten sonra ancak ulaşabilmişti.
Tek kelimeyle korkunçtu.
Canımızı hala yakan olayın üzerinden 21 yıl geçti, pek çok defa Türkiye’nin değişik illerinde depremler oldu. Yine canlar kaybettik, yine enkaz başında umutla bekledik.
Hala çürük yapıların sağlamlarla değiştirilmesinde sorunlar var, zaman daralıyor, korkumuz büyüyor.
Ama bu kez hiç değilse “devlet var” diyebiliyoruz.
İlk dakikadan itibaren İzmir Valiliği ile AFAD’ın koordineli biçimde müdahaleye başladığına şahit olduk. Dört bakanlık eş zamanlı olarak acil yardım planlarını devreye soktu.
Devletin başı başta olmak üzere ilgili tüm bakanlıkları, kurum ve kuruluşları olay yerindeydi. Arama kurtarma, kurtulanı hayatta tutma, evi ocağı yıkılana kol kanat germe, başını sokacağı güvenli bir çadır ve sıcak aş sunma gibi en temel ihtiyaçlardan başlayarak bir dizi hizmet verildi, hiçbir alanda boşluk bırakılmadı. Evi yıkılanlara ev yapılacağı bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, eşyaları zarar görenlere eşya temin edileceği bakanlar tarafından duyuruldu.
Yapılan doğru olandır.
Şükürler olsun ki devletin imkanlarını doğru yerde kullanan, doğru planlayıp hızla koordine olan ve vatandaşına dokunan bir devletimiz var artık. En büyük emek, sürecin mimarı Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait.
Allah ona ve onun şahsında emeği geçen herkesin ömrüne bereket versin.
Deprem kuşağındaki bir ülke olarak artık hiç zaman kaybetmeden çürük yapıları sağlamlarıyla değiştirmek zorundayız.
Devletten beklentimiz konuya ölüm-kalım ciddiyeti ve aciliyetiyle eğilmesidir. Süreci ağırdan alanlara, binaları güvenli yapmayanlara, sorunlu yapılara sağlam onayı verenlere katı davranılmalı.
İzmir’de belki on binlerce bina var ama Ege’deki sarsıntıyla bunlardan sadece 17’si yıkıldı. Hayatını kaybedenlerin sayısı 93 oldu. Durumu kritik çok sayıda yaralı var. Onları öldüren binalarda peş peşe yanlışlar yapıldığı çok açık. Kusuru kastı olanlara, fırsatçılık yapanlara, çürük binalara ruhsat verenlere müsamaha gösterilemez. Cinayetten yargılanmalılar.
Tolere edilir, idare edilir, affedilir bir şey değil çünkü yapılan.
Devlet devletliğini yapsın!