Bu Millet değil midir “söz konuzu vatansa gerisi ayrıntıdır!” diyen?
Bu Millet değil midir yalın ayak başı kabak yedi düvele karşı dövüşüp ardından I. Dünya Savaşını kazananlara karşı Ya İstiklal ya Ölüm diye haykıran?
Bu Millet değil midir Anadolu bozkırından çıkıp haritada yerini bile bilmediği, nedenini, niçinini sorgulamadığı Kore savaşında destanlar yazan; Kunuri’de sıkışıp kalmış dost ve müttefik Amerika’nın askerini kurtaran?
Ve bu Millet değil midir kendi halkına kurşun sıkan, asker üniforması giymiş çapulcudan bozma, subay müsveddelerinin çaldığı tankların karşısına dikilip “Biz Demokrasi istiyoruz; sizi değil” diye haykıran!
Darbelerin yabancısı değiliz. Cumhuriyet döneminde, 27 Mayıs 1960 sabahı tanıştık ilk darbemizle. Çoğumuz pek anlamadık ne olup bittiğini ama dağil mi ki göz bebeğimiz,ordumuz seçilmişleri alaşağı edivermiş o zaman kabulümüzdür dedi geveze azınlık; sessiz çoğunluksa hüzünlü ama ne yapacağını kestiremediğinden köşesine çekilip olanları izlemekle yetindi.
Aradan on yıl geçmişti ki 12 Mart 1971’de darbe öcüsüyle gene yüz yüze geldik. Gene geveze azınlık şak şakcılığa soyunurken sessiz çoğunluk evine çekilmişti.
Ve yetmişli yıllar boyunca Gençliğim Eyvah diye haykıran millet 12 Eylül 1980 darbesini alkışladı, kötünün iyisi diyerek. Bıkmıştı her gün cenaza kaldırmaktan; bıkmıştı çoluğunu çocuğunu okula dualarla uğramaktan, kaygılar içinde yolunu gözlemekten. Ancak darbeden kısa süre sonra 600 bin kişini tutuklanması, 17 yaşındaki çocuğun bir gecede yaşı büyütülerek idam edilmesi, kendini ikinci Atatürk gibi göstermeye çalışarak bireysel şiddetin yerine devlet şiddetini getiren Kenan Evren ve suç ortaklarının ne kadar acımasız olduğunun anlaşılmasıyla yaka silkti darbeden de darbeciden de.
Derken post modern darbeyle tanıştı millet 28 Şubat sürecinde. Ardından da e-muhtırayla! Askeri vesayet bitmiyor; bitecek gibi de görünmüyordu.
Millet 1960’dan 2000’li yılların ortasına değin uğraştı durdu darbeler, darbeciler, darbe yandaşları ve darbe sevicilerle. AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan’ın ödün vermez dik duruşu sonucu bütün millet darbeler döneminin bittiğine inanmaya başlamıştı. Genel Kurmay Başkanı’ndan bir çok komutana kadar hemen herkes iktidarın silahla değil seçim sandığı yoluyla değişebileceğini vurguluyordu onlarca yıl sonra.
İkinci Humeyni vakası
Ne var ki, kimse bir imamın ve onun peşine takılmış, bireysel çıkarları her türlü inancına baskın çıkımış ihanet şebekelerinin milleti 16 Temuz 2016 gecesine taşıyacağını düşünmedi; düşünmek istemedi belki de. Kimine para kimine makam sözü vererek nicesini zıvanadan çıkaran, Allah’a değil kendine kul eden bu imam, Langley Virginia da konuşlanmış CIA’nin Orta Doğu/Türkiye ekseninde Ilımlı İslam düzenini kurmak üzere görevlendirdiği bir ajandan başka bir şey değildi. CIA, Humeyni’nin bir darbe sonucu nasıl da İran’ın başına Paris’ten alınıp getirildiğini görmüştü. Neden Fetullah Gülen ikinci bir Humeyni olmasındı? Dahası Hilafet TBMM’ye devredilmemiş miydi? O zaman neden aynı TBMM Gülen’i Halife ilan etmesindi? Ve neden CIA bütün İslam Aleminin önünde saygıyla eğileceği bu düzmece halife üzerinden dilediğince at koştur masındı?
Ama olmadı!! Washington DC/ Pennsilvania ekseninde yapılan hesap çarşıya uymadı. Gerçekten de Büyük tanımlamasına tıpatıp uyan Eli Öpülesi Türk Milleti, bir gecede bu hesabı alt üst etti. Darbe Parodisi üç beş saat içinde iflas bayrağını çekti ve Türkiye yeniden, hem de çok daha güçlü ve kararlı olarak yoluna devam etmeye başladı...