Dünyada, Türkiye’de bir cenazenin Şopen marşıyla kaldırılması kadar saçma bir hadise olamaz. Bu, Türkiye’nin “Batılılaşma” macerasının ne kadar absürd bir hadise haline geldiğinin de tipik göstergesidir.
Birisi çıksa dese ki, “Bana Batılılaşmada tüy dikmek için olabilecek en acayip uygulamayı bulabilir misiniz?” işte böyle bir uygulama bulunabilirdi ancak.
Nasıl bir akıl tutulmasıyla karşı karşıya kalmış isek, on yıllardır devam ediyor bu acayiplik.
Devlet ricalinden bir tek Allah’ın kulu da çıkıp “Benim cenazemde Şopen marşı çalınmasın, ben tekbirlerle gömülmek istiyorum” açıklaması yapmamış.
Cem Karaca’nın “Benim cenazemde alkış yapılmasın, tekbirlerle gömülmek istiyorum” dediğini hatırlıyoruz.
Bir de milletin, resmi törenleri aşıp, cenazelerine sahip çıktığı ve tekbirlerle Şopen marşını alaşağı ettiği durumları... Merhum Özal’ın, Erbakan’ın ebediyyete uğurlandığı merasimler gibi.
Konu, şehit cenazeleri çerçevesinde gündeme geldi yeniden.
Son üç-beş ay içinde yüzlerce şehit cenazesi kalktı Anadolu’dan.
İşte orada da resmi törenle millet töreninin farklılaştığına tanık olundu.
Resmi tören Şopen’i devreye sokuyordu, oysa millet şehitlerini tekbirlere sarıp sarmalamak istiyordu.
Aslında herkes, Şopen’i devrede tutanlar dahil, bu işte bir yanlışlık olduğunu görüyordu.
Asker cenazeleri vardı, polis, özel harekatçı cenazeleri vardı. Hepsi bu ülkenin yüreğinden kopup gitmekteydi kara toprağa. “Bir hilal uğruna” idi hepsinin feda oluşu. Herkesi teselli eden tek şey, şehitlikti. Orada hayatını ortaya koyanlar, şehadet şerbeti içiyor olmanın, yani ebedi alemde Peygamberlerle yan yana haşrolmanın adanışı içindeydi.
Anneler, babalar, yani geride kalanlar, şehit tabutunun arkasında saf tutan onbinler-yüzbinler, ancak şehadetle teselli olmaktaydılar.
Görüyorsunuz, bir şehit annesini, eşini teselli eden kadın subaylar var.
Görüyorsunuz bir şehit dedesini sarılarak, elini öperek teselli eden subaylar var.
Şopen bu aralara girip ne söyleyebilir ki?
Orada askerin dünyasında Şopen’e yer var mıdır ki...
Şu anda sanki Şopen, sadece askerin resmi tören hassasiyetiyle devreye giriyor gibi bir algı var.
Ben, o askerin hala var olduğunu da düşünmüyorum.
Bir ara İlker başbuğ, bir özeleştiri yapmıştı: Şehit cenazelerinde namaza durmuyorduk, bu yanlıştı demişti. Aynı şekilde başörtülü asker annelerini ordu evine almıyorduk, bu da yanlıştı, demişti.
Haydi, şimdi de şehit cenazelerinde Şopen marşı çalınması üzerinde düşünelim. Bin kere yanlış.
Bir şehit cenazesinde arkadaşlarının tabutunu omuzlayan polisler dayanamadı, Şopen marşını susturup tekbir getirmeye başladılar. İşte bu.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez nihayet herkesin bildiği gerçeği kamuoyu önünde seslendirmek zorunda kaldı. Dedi ki: “Şehit ailelerinden mektuplar alıyorum. Çocuklarının cenazelerinin kaldırılmasında Şopen marşı çalınmasını istemiyorlar. Tekbir getirilmesini istiyorlar.”
Nasıl zor Türkiye’de bir fanatizmin zırhını çatlatmak. Şu kadar basit, saf, yalın bir gerçeği ifade edebilmek için bile on yılların geçmesi gerekiyor.
Çıplak krala “Kral çıplak” demek kadar zor.
Bırakın millet kendi kendisi olsun.
Bırakın bir mü’minin ebediyyet yolculuğu onun imanının gerekleri içinde gerçekleşsin.
Askerin “Durumdan vazife çıkaracağı” durum tam da bu durum. Şehitlerin ebediyyet yolculuğuna Şopen’in değil tekbirlerin eşlik etmesi...
“Allahü ekber Allahüekber. Lailahe illallahü vallahü ekber. Allahü ekber ve lillahil hamd.”
Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi:
“Son gün olmasın dostum, çelengim top arabam.
Alıp beni götürsün tam dört inanmış adam.”