Bilinen bir kuraldır: Terörün en önemli silahı propagandadır. Çünkü en etkili ‘yıldırma’ yoludur. Silahla yaratılan şiddetin ‘algıda’ büyütülmesi propagandayı silahtan güçlü hale getirir. O yüzden ‘silahlı mücadele’ye karşı olan örgütler bile en masumundan ‘ses bombası’ kullanırlar.
PKK, neden olduğu şiddetin abartılmasından çokça nasiplendi bugüne kadar. Şehit cenazelerindeki feryatlardan bile yararlandı. Çünkü bunlardan yararlanmak örgütün ‘kullanma klavuzu’nda vardı. Devletler de doğaları gereği bu konularda hep örgütleri geriden takip ederler. Örneğin, PKK terörünün propagandasına yarayan görüntülerin yayılmaması konusundaki hassasiyet daha birkaç yıl önce oluşmaya başladı Türkiye’de. O yüzden propagandada hala ‘örgütler’ bir adım ileridedir.
Reyhanlı’daki patlamaların ardından sosyal medyanın nasıl propaganda amaçlı kullanıldığını izliyorum. “Bombayı muhalifler koydu, Türkiye’yi, ABD’yi müdahaleye zorlamak için” iddiası, Türkiye halkını hem hükümete hem de kamplardaki, kiralık evlerdeki Suriyeli mültecilere karşı kışkırtmayı hedefliyor açıkça. Bunu sosyal medyadan doğrudan ‘saldırın’ diye kışkırtanlar da cabası. Bunun üzerine birkaç Suriye plakalı aracın yakılması, bazı Suriyeli sığınmacıların dövülmesi olayları da ‘vatandaşın’ yaptığı olaylar değil; örnek olsun diye örgütlerin gerçekleştirdiği olaylar. Bu da propagandanın bir parçası. Bu kişilerin facebook ve twitter adreslerinin çoğu ‘sosyal medya’ diliyle ‘fake’ (sahte). Birkaç işbirlikçiyi aralarına alıp örneğin ‘BBC yazdı’ diye ‘fabrikasyon’ haber paylaşıyor, birkaç ‘muhalif’ sazan buna balıklama dalıyor, ardından ‘AK Parti muhalifi’ medyada ‘gazeteci’lerin diline, kalemine kadar terfi ediyor.
Bu bir ‘doğal süreç’ değil. Kara propagandayı yayanlar da sıranın kendisine gelmesini bekliyorlar baştan beri.
Peki kim bunlar?
Suriye’de iç savaş patladığından beri Hatay’ı karıştıranlara, taşıdıkları bayraklara, onlara destek veren, daha doğrusu kendileri siyasi varlık gösteremediği için onların yarattığı hareketliliğin arkasına takılarak güç devşirmeye çalışan ‘siyasilere’ bakın, yeter. Sınır kapısında patlayan bombanın dumanı tüterken hükümeti suçlayan, Esad’ı koruyan ‘muhalefet’ sözcüleri yarın bu propagandanın arkasına takılmasın dileyelim.
Esad, “Ülkeyi kaybedeceksem bari bir bölümü küçük olsun benim olsun. Nusayri devleti olsun” diye son ve en kanlı hamlesini oynuyor. Olur mu, o ayrı bir analiz konusu. Ancak konu sadece Esad’ın hevesi veya hedefiyle ilgili değil. Bu projenin ‘sponsoru’ olan ülkeleri görmese Esad asla arkasından gitmezdi.
O yüzden Esad’ın ve Türkiye’de bazı çevrelerin AK Parti’yi hedef alması aslında Türkiye’nin Suriye politikasıyla ilgili değil. Türkiye, bölgesinde at oynatanların arasına ‘güçlü atalara sahip, genç ve hızlı atlarla’ girdiği anda hedef olmuştu zaten. Esad rejiminin ‘El Muhaberat’ı ancak ateşe tutmak istemeyenler için bir eldiven, maşa.
Birkaç hafta önce Türkiye’de PKK terörünün bittiğini, ancak Türkiye’nin başkalarının gözünde ‘terörsüz bırakılamayacak kadar önemli bir ülke’ olduğunu, bu yüzden bir şekilde başını ağrıtacak örgütlerin ya diriltileceğini ya da üretileceğini yazmıştım. Başbakan Erdoğan’ın Almanya’nın Türkiye’deki mezhepsel konularla yakından ilgilendiğine dair sözlerini de hatırlatarak...
Başbakan Erdoğan dün, bombalı saldırılarla ilgili olarak, “Rejim (Esad) bu işin arkasındadır. Bu belli. Rejimin Türkiye’de uzantıları vardır. Bu uzantılar üzerindeki çalışmalar derinleştirilerek devam ediyor” dedi; ciddi ipuçları ve belgeler bulunduğunu söyledi.
Sonra ‘asıl konuya’ değindi yine; “... mezhebi çatışmanın içerisine sokma gayretleri var. Biz onun uzantılarını da görüyoruz...”
Bu sözleri gözden uzak olmayan bir yere not edin. Sadece Suriye’yi kastetmiyor.