Türkiye’nin 500 büyük kuruluşunun genel görünümünü İstanbul Sanayi Odası (İSO) 2012 yılı için açıkladı. İSO, artık gelenekselleşmiş olan bu raporu tam 45 yıldır yayınlıyor. Bu yılkı rapor da, bize bundan öncekilerde olduğu gibi, Türkiye’nin geleceğini değil de, ne yazık ki, geçmişi ile ilgili oldukça ‘aydınlatıcı’ bilgiler veriyor. Türkiye’de ilk 500’e giren sanayi kuruluşları üretimden satışlarda 2011 yılına göre, 2012 yılında yüzde 9,2 artış sağlamış. Ancak ihracat artışı çok sınırlı; binde 6... İstihdamda yüzde 3,7 oranında artış sağlanmış... İlk 500 içinde kamu kuruluşlarının sayısı azalırken yabancı sermaye ortaklı kurumların sayısı da, geçen yıla göre, 153’ten 138’e düşmüş... Burada benim dikkatimi çeken demir-çelik, petro-kimya, enerji gibi söktörlerin durumu koruduğu bu söktörlerin bir alt basamağında ler alan tekstil gibi tüketim odaklı sektörlerin de gerilemekte olduğu... Ayrıca, çok açık olarak, aşağıya doğru indikçe ihracatçı sanayi kuruluşlarını, faiz, kur maliyetlerinin ve oynaklığının önemli ölçüde etkilediği üretim, kapasite kullanımı ve ihracatın buraya göre dalgalı olduğunu gözlemliyoruz. Tabii burada ilk 500’ün küresel bir bilişim devi kadar bile etmediğini söyleyelim. Ama özet görüntü şudur: Bu tablo, Türkiye’deki banka sistemi ile birleştirildiğinde, Türkiye’nin kesinlikle aşması gereken bir durum olarak ortaya çıkıyor. Çünkü var alan finansal yapı ile artık bizim Stalin’in sektörleri dediğimiz demir-çelik, petro-kimya ve bunların alt kümesi olan otomotiv, beyaz eşya gibi sektörlerle Türkiye, orta gelir tuzağı denilen eşiği aşamaz ve olduğu yerde sayar. İşte bunun için ekonomide bu tekeli kırmalı ve yeni bir döneme geçmeliyiz...
TÜPRAŞ ‘sorunsalı’ ve bürokrasi
Üstelik burada şöyle kilit bir durum da var: TÜPRAŞ ilk sırada yer alıyor ve ondan sonra gelen yedi şirket ancak bir TÜPRAŞ ediyor. Buradaki makas çok açık ve bu iki açıdan tehlikeli... Birincisi bu kadar -Türkiye için- yüksek cirolu bir şirketin rakibi olmaması ve tekel durumunu kullanarak arayı açması ikincisi, TÜPRAŞ’ın çok stratejik bir alanda yine tek olarak faaliyet göstermesi.
SOCAR’ın Star Rafiniresi kuruluş aşamasında... Ancak Star Türkiye’ye rahat bir nefes aldıracak. Peki, böyle bir rafineri çok önceden olması gerekirken daha önce neden kurulamadı ve TÜPRAŞ bu en yukarıda, en stratejik yerde tek başına bırakıldı. Bunun nedenini, şimdiye değin, var olan tekelci sermaye için düzenlenmiş bürokratik oligarşide aramak gerek. Şunu samimi olarak söyleyeyim ki, bugün her iki hükümetin yani Türkiye ve Azerbaycan’ın burada ekonomik ve siyasi iradesi olmasa Star rafinerisi çok zor kurulurdu. Tabii bir de SOCAR Türkiye Başkanı Kenan Yavuz’un ısrarını unutmamak gerek. Bu konuda, bürokratik zorluklar konusunda, Kenan Yavuz’u dinlemiş biri olarak söylüyorum bunu.
TÜPRAŞ denetimleri ne anlama geliyor?
Şimdi bu vesileyle güncel bir konuyu buradan açıkça konuşalım. Maliye Bakanlığı ve EPDK’nın TÜPRAŞ’a yaptığı denetim uygulaması çok farklı yorumlara neden oluyor. Gezi’ye bağlanıyor falan... Bakın bunlar aslında Türkiye’de çok geç kalmış, şimdiye kadar yapılması gereken denetimlerdir. Maliye Bakanlığı, yalnız “kümesdeki kazları yolar” diye bir deyiş vardı bilirsiniz... Evet, bu doğrudur kaçak olanı da bulursa alır devlet, ama bulmak da görevidir. Şimdiye değin bu konuda bir diğer kanıksanmış ama yanlış algı da Maliye büyüklere dokunamaz algısıydı. Tam aksine vergi ve gelir adaleti için Maliye büyükleri denetlemeli, onlara dokunmalı... Şimdi olan bu... Aslında rakipleri piyasada olana değin, devletin elinde kalması gereken çok stratejik kurumu biz, zamanlama olarak, yanlış bir şekilde üstelik çok düşük fiyattan ( 4 milyar 140 milyon dolar Koç-Shell 2005 yılı) özelleştirmişiz, şimdi burayı hem vergi hem de rakabet ve fiyat adeleti açısından devlet denetlemesin mi mi?
Şimdi mi, evet şimdi... Çünkü...
Peki, şimdi mi diye soracaksınız, evet şimdi... Çünkü Türkiye’de bir dönem kapanıyor. Eskisi gibi olmayacak hiçbir şey... Türkiye, bu 500 büyük sanayi işletmesi tablosundaki çarpıklığı, tekelci durumu ve eski Stalinist sektörlere mahkûm olmayı değiştirirken, bilgi toplumuna geçerken, bu eski ama stratejik sektörlerde de rekabeti sağlamak, kumu yararını gözetmek durumundadır. Bunun, demokratikleşme ile çözüm süreci ile ve yeni Anayasa ısrarı ile kesinlikle ilişkisi vardır. İşte bundan dolayı tam burada bir ‘savaş’ başladı.
Türkiye’de askeri vesayet ve onu takip eden güçsüz ‘sivil’ iktidarlar döneminde şimdi tekel gördüğümüz holdingler ‘piyasaya’ istediklerini sokmuşlar, ellerindeki bürokrasi ile istediklerini piyasadan silmişler... İstedikleri mala, rekabet olmadığı için, istedikleri fiyatı koyup satmışlar, istedikleri kadar vergi ödemişler... Bu dönem bitiyor...
Şimdiki AK Parti 2005’te olsaydı...
Şimdi bir de şöyle bir tez var; başta Koç olmak üzere bu grupların büyümesi AK-Parti dönemlerinde Türkiye ortalamasının üstünde arttı. Bundan dolayı bunlarla AK-Parti arasında sorun olmaması lazım. Çok yanlış, bunlar tekel olduğu için her dönem ortalamanın üstünde büyürler. Bunların AK Parti dönemlerinde, özellikle, 2005’ten sonra, ekonomi ve siyaset üzerindeki denetimleri kırıldı. TÜPRAŞ’da AK Parti döneminde özelleşti ama şimdiki AK Parti 2005’te olsaydı TÜPRAŞ öyle özelleşmezdi. 2005 yılında AK-Parti nerden nasıl darbe gelir diye bekliyordu. Yargı tarafından kuşatılmıştı... Şimdi bu yok, ama çok çetin bir dönem başladı...
Kaçakçılık...
Karasularımızda yaklaşık olarak 800 bin ton/yıl seviyesinde vergi işlemi yapılmamış transit yakıtın ticarileştiği bilinmektedir. İlkönce bu yakıt ilgili rafineriden yabancı bayraklı gemiyle yurtdışına giriyormuş gibi yapılmakta ancak küçük teknelere karasularımızda satılmakta ve yeniden vergisiz olarak yurtiçinde işlem görmektedir. Bu kaçağın çok önemli vergi kaybına yol açtığı bilinmektedir. Karayolu ile veya kaçak gemilerle sokulan akaryakıt, denetimler sonucu oldukça düşük seviyelerdedir. Türkiye’nin burada yıllık ÖTV ve KDV kaybının 2,5-3 milyar dolar olduğu söylenebilir. Bu durumda hem Maliye Bakanlığı’nın hem de EPDK’nın TÜPRAŞ’da denetim yapması kadar doğal bir durum yoktur. Kaldı ki bu denetimler dışında, EPDK, ayrıca, TÜPRAŞ’ta ilgili fiyatlamayı, petrol ürünlerinde piyasa dengesi çerçevesinde fiyatlama (zam) yapılıp yapılmadığını da tüketici ve ülke lehine incelemelidir.