Londra olimpiyatları vesilesiyle gözler İngiltere’de. Ülkenin ekonomik gidişatı parlak değil, ancak -herşey yolunda- izlenimi verme konusunda örgütlü ve kısmen başarılı bir çaba var. İngiltere aksaklıklara rağmen kuyruğu dik tutmaya ve ‘Dünyanın Merkezi’ olduğunu sergilemeye çalışıyor. Bu durum dikkatimizi çekti... Kimse dış dünyaya -batıyoruz- diye ağlamıyor.
Olimpiyat vesilesiyle geniş bir pazarlama kampanyasına giriştiler. Bir yatırım konferansı ile adaya yatırım çekmeye ve İngiltere ekonomisinin olanaklarını anlatmaya- başladılar. Olimpiyatların açıldığı hafta ise İngiltere ekonomisinin nisan-haziran döneminde yüzde 0.7 daraldığı açıklandı. Ekonomik daralma var, ama hükümet -yatırım- diyor.
Üstelik reklam için düzenlenen yatırım konferansına uluslararası şirket CEO’ları işlerin iddia edildiği gibi iyi olmadığını söylediler. İngiltere ekonomisinin gidişatından kaygı beyan ettiler. Bankerler, İngiliz bankacılık sistemindeki yeni gerilimden rahatsızlar. Londra havaalanları trafiği kaldırmıyor, üçüncü pist gerekli, havayolları şikayetçi... Olimpiyat dolayısıyla yükleme olunca mobil telefon sistemi bazı yerlerde çalışmıyor. Ancak bu aksaklıklara rağmen İngiltere kan tükürüp -kızılcık şerbeti içtim- diyor ve ele güne karşı kuyruğu dik tutuyor.
Daralan bir ekonomiye rağmen dış dünyaya iyimser tablo çizmeye çalışmaları ibret verici. Ekonomi hem eldekidir, hem de beklentidir. Eldekinin olumlu tarafından bakıp beklentiyi de düzgün tutan ülkelerin bu çalkantıdan daha az etkilenecekleri biliniyor. İngiltere de onu yapmaya çalışıyor. Yoksa eldeki verilerle çok batık bir ülke tablosu çizmek mümkün. Ancak dozunda bir iyimserlik, o bataktan çıkış için mutlaka gerekli.
Sözü Türkiye ile bağlayalım. Daralan bir ekonomi kendisini dünyanın merkezi olarak pazarlamaya çalışıyor. Büyüyen bir Türkiye ekonomisine ise her akşam ömür biçmeye çalışılmakta. Risk ve yapısal bozukluk hemen her ekonomide var, ancak bu risklere gözyaşı dökmek ile riskleri dengeleyecek unsurları bulmak, galiba bir siyasi tercih haline geldi. Ekonomi üzerinde siyasi kavga yapılmayacağını ve ekonominin ulusal bir dava olduğunu İngiltere biliyor.
Nasıl küresel merkez olunur?
Londra küresel finans merkezlerinden biridir. Ve Londra, Asya’dan yükselen rekabete karşı finans merkezi olma özelliklerini çeşitlendirmeye çalışıyor.
Goldman Sachs’ın akıllı adamı Jim O’Neill, Londra’nın ‘BRIC Merkezi’ olmasını öneriyor. Zaten BRIC -Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin- grubunu da o yarattı. Şimdi çeşit olsun diye BRIC’in bütün finansal operasyonlarının merkezinin Londra olmasını- savunmakta.
Gerekçelerini not almak ve -bu gerekçelerin aynısını İstanbul’un finans merkezi olması için nasıl kullanırız- diye düşünmek lazım. O’Neill saymış:
- Londra’nın dünya saat dilimleri arasındaki yeri
- İngiltere’nin teknolojisi
- İngilizce’nin küresel ağırlığı
- Adil ve işleyen hukuk sistemi
- İş yapma imkanlarının kolaylığı
- Esnek-yatırımcı dostu çalışma yasaları ve ücret sistemi
Bu maddelerin gerçekten İngiltere’de var olup olmadığı tartışılabilir. BRIC ülkelerinin kendilerinin finans merkezi olmak istedikleri bilinir. Ancak Londra sahaya bu tezlerle çıkıyor.
Türkiye’de fazla konuşulmayan iki unsuru öne çıkarmak gerekir: 1- Saat dilimi konusunda neredeyiz ve saatleri değiştirmenin Doğu ve Batı ekonomileriyle piyasalarla ilişkimize faydası mı, zararı mı olur? 2- İngilizce’de ne durumdayız? Türkiye’de yabancı yatırımın artması ve finans merkezi özelliği için İngilizce konuşanların sayısının artması gerektiğini yabancı CEO’lar söylüyor. Bu arada Japon şirketleri, küresel rekabette öne geçmek için şirket içinde yalnızca İngilizce konuşmayı-yazışmayı düşünüyor. İngilizce aslında kolay bir dildir. İngilizce konuşmayı Türkiye’de -üstünlük- durumundan çıkartıp -sıradan- özellik haline getirirsek, çift haneli ekonomik büyüme hızını yakalarız. İngilizce bilmek, milli kimliği bozmaz, yükseltir, zenginleştirir. Zenginleşme derken, parasal zenginlikten söz ediyoruz, cüzdandaki zenginlikten. twitter.com/selimatalayny