Yeni parti kurduğunu söyleyen Ali Babacan’ı, İsmail Küçükkaya’nın sorularını yanıtlarken izledim. “Reenkarne” mini-Özal görünümünde konuşuyordu. PR uzmanları bir sonraki TV performansında eline bir kalem tutuştururlarsa daha iyi randıman alabilirler.
Karşımda, 2008’de duvara çarpmış, KOVİD-19 sonrasında da o duvarın dibine gömülmüş bir sistemi, neo-liberal safsatayı savunan sıradan bir beyin kimyası vardı.
Burada bir NOKTA
Yazacaklarımın günlük siyasetle bir ilişkisi yok, partiler arasında bilek güreşleri beni ilgilendirmiyor, konuyu “ideolojik” ayrışma olarak görmeniz ricamdır. O rotadaki herkesle meselem var.
Neo-liberalizmin ekran üzerinde üretilmiş karşılığı olmayan-sanal para üzerinde dünya halklarını sömüren bir avuç “finans oligarkının” sistemi olduğunu bilirim. (Ne oldu, her fırsatta diktatör dediğiniz siyasetçi, özel bankalardan bu çok zor koşullarda bir-kaç ricada bulundu, tınmadılar bile, anladınız)
Kapitalizmin, insanlık tarihinin en yaygın insan hakları ihlali olduğuna inanırım, “liberal kurtuluş reçeteleri hele bir de IMF destekliyse” geniş kitleler için zulümdür, geçelim.
· KÖTÜ SİYASETİN DÜZELTİCİ KİMLİĞİ…
Türkiye’nin dış dünyada “saygın” etrafının da “kalabalık” olduğu günlerin, ekonomide Kemal Derviş programının aksamasız uygulandığı, devletin bünyesinde ise FETÖ’nün gücünün zirvesine rotalandığı dönem olduğunu unutarak konuşuluyor.
Emperyalizm, o dönemde Türkiye’yi kontrol ettiğine inanıyordu, neo-con/Siyonist medya kuruluşlarının manşetlerinde “örnek model” olarak yer almamızın nedeni budur.
Balayı, 2009 Ocak ayındaki ”one minute”le bitti.
Türkiye bağımsızlıkçı rotaya yöneldi, emperyalist saldırıların dozu arttı, işin sonu 15 Temmuz’a kadar dayandı.
Bununla birlikte, Türk siyasetinde, emperyalizmin oluşturduğu zeminde nema bulan; a. Neo-liberal, küresel finansa bağımlılığı saygınlık, kalabalıklaşmayı teslimiyet çizgisinde kabul eden, b. Fikir özgürlüğünü FETÖ için “irtibat-iltisak” kavramlarına karşı çıkmak, PKK için de Demirtaş’ı serbest bırakma çizgisinde gören, partilerin faydasına inanırım.
Bu tür partilerin varlığının, Türkiye’yi onurlu bir geleceğe taşımakta kararlı geniş kitlelerin ve ana direk siyasetin hata yapmasını önleyici özelliği vardır.
· SAYIN BAŞKAN, “SOSYALİZE” EKONOMİ GEREKİYOR…
Yeni bir ekonomi programına ihtiyacımız var.
Geniş tabanlı bir tartışma ile hazırlayacağız, “milli beka mücadelesinin” zemini yapacağız ve kararlı uygulayacağız.
Hedef “kaliteli ekonomik büyümedir…”
Üretici güçlere, teknolojik zemine ve her şeyden önce toplumun üretilen servetten adil yararlanmasına dayanmayan büyüme rakamlarının bir anlamı yoktur.
Nasıl üretiyorsun, üretimin sonunda kazandığın değer ne ve bunun da ötesinde serveti nasıl bölüşüyoruz? Milli servet adil bölüşülmüyorsa, orada ekonomik büyümenin tılsımlı bir kimliği yoktur, büyüme, sadece zengini daha zengin, fakiri de daha fakir kılar, hepsi bu.
Türkiye, küresel sistemin son 25 yıllık zorlaması sonucu oluşmuş, nüfusun yüzde 1’inin, toplam milli servetin (yılına göre değişiyor) yüzde 49-54’üne el koyduğu bir ekonomik sistemle yönetilemez.
Bu konudaki ısrar, en güçlü partilerin seçim yenilgisi, 90’lı yıllardakinden daha derin 10 yıllık siyasi istikrarsızlık ve belki de ülke yönetiminin ehil olmayan ellere geçmesi olacaktır.
Uygulanacak “sosyal zeminli ekonomik programla” nüfusun yüzde 65’ini üreten ve çok da iyi tüketen orta sınıf düzeyine taşımazsak, geleceğimizi tehlikeye sokarız, emperyalizm yine, Ankara’da köşe başlarını tutar, uyarıyorum.
Emperyalizm, Ankara’ya, siyaseti değil, ülkemizin “beka rejimini” tartışmaya geliyor.