2002 sonunda bir tahmin yapılacak olsa Türkiye ekonomisinin 2002-2014 dönemindeki yükseliş ve gelişmesini hayal etmek imkansız olurdu. Dahası, bu dönemde bütün dünya birden fazla kriz yaşamasına rağmen Türkiye’nin bu rüzgarlardan etkilenmeden veya en az seviyede etkilenerek çıkması da tahmin edilemezdi.
Gayrı Safi Milli Hasıla’dan ihracat performansına, enflasyonla mücadeleden kişi başına düşen gelir rakamlarına kadar refahın bütün kalemlerinde büyük ve anlamlı değişiklikler yaşandı. 11 bin dolara yaklaşan kişi başına yıllık gelir büyük bir ekonomik başarıdır. 12 yılın sonunda en fakirden en zengine kadar herkesin hayatı değişti, ölçek büyüdü, hayat kalitesi arttı ve sosyal sınıfların bir üst sınıfa yükselme yolu açıldı.
Ekonomi ve demokrasi birbirini destekliyor
Ekonomideki kazanımlar demokrasinin değerini de artırdı. Demokrasi, siyasal istikrar ve ekonomideki canlılığı diri tuttu. Gezi Parkı ve 15 Aralık gibi sarsıcı süreçlere rağmen Türkiye ekonomisi kayıplar verse de büyümeye ve krizlere karşı dayanıklı pozisyonunu korumaya devam etti. Ekonominin güçlü yapısı demokrasiye yönelik saldırıların önlenmesinde büyük bir fonksiyon icra etti. Türkiye, malum dış politika yaklaşımları nedeniyle uluslararası denklemde fazla sempatik bulunmamasına rağmen krize girmeden, büyümeye devam etti. Sadece (azalmakla birlikte) dış yatırım çekmekle kalmadı, Ülker’in 2 milyar Sterlin’e United Biscuits’i satın alması gibi cesaret verici küresel hamlelere de devam etti. Ekonominin tabiatı gereği yavaşlayan sektörlerin yerine inşaat gibi satış ve üretim dinamiği yüksek olanlar ikame oldu.
Bütün bunlar, siyasal gerilim ve küresel risklerin arttığı dönemlerde bile ekonominin kendi yolunu bulma kapasitesini gösteriyor. Mesela, bu yılın Ekim ayında 12 milyar 598 milyon dolarla Cumhuriyet tarihinin en yüksek aylık ihracatı gerçekleştirildi.
Bir ekonominin 10 bin dolar milli gelir bandını aşması zor bir hedefti ve bu gerçekleşti. Ancak, 25 bin dolara ulaşmak; yani, bilinen deyimle orta gelir tuzağını aşmak daha zordur. Türkiye’nin önünde şimdi bu zor hedef vardır. Benzer tecrübelerden biliyoruz ki şimdiden sonra ilmek ilmek dokuyarak ve ekonominin bütün kılcal damarlarını çalıştırarak ilerlemek gerekiyor.
Kalkınma Planı geri mi dönüyor?
Başbakan Davutoğlu’nun dün kamuoyuyla paylaştığı Öncelikli Dönüşüm Programı Eylem Planı bu açıdan dikkat çekicidir. Planın makro hedeflere ulaşma konusundaki tekniği tam da ilmek ilmek dokuma mesaisini hesaba katıyor.
Artık, Ar-Ge’nin bir slogan olmaktan çıkıp temel sermaye kalemlerinden birisi olması gerekiyor. İnovasyonla özgün Türkiye markaları üretilmesi da kaçınılmazdır. Cari açıktaki en büyük kalem olan enerji faturasını düşürmek Türkiye’nin elinde değil ama diğer kalemlerde yerli üretimle azaltılabilir. Türkiye’nin üretebileceği ürünlerde dışa bağımlılığı azaltmak üzerinde uzun süredir çalışılan bir projeydi; şimdiden sonra mutlaka hayata geçirilmesi gerekiyor. Başbakan da 2018 sonuna kadar cari açığın yüzde 5.2’ye çekilmesinin de hedeflendiğini söylüyor.
Dikkat çekici bir nokta, çoktandır unuttuğumuz “Kalkınma Planı” kavramının yeniden dile getirilmesi ve bunun küresel ekonomiye tam entegrasyon hedefiyle birlikte anılması oldu. Yeni dönemin felsefesine ilişkin ilginç bir tanımlama...
Elle tutulur hedefler
Hükümet, bir yandan içeride kamu alımları yoluyla teknoloji gelişimine destek vermeyi bir yandan da uluslararası alanda markalaşmayı planlıyor. Mesela, bir önemli nokta da tıbbi malzeme ihtiyacının en az yüzde 20’sinin ve ilaç ihtiyacının da yüzde 60’ının yerli üretimle karşılanması planlanıyor. Türkiye’nin dünya pazarında lojistik hizmetleri alanındaki gücünü artırmayı planlamak ve limanların kapasitelerini artırmak da yıllardır konuşulan ama bir türlü gereken adımların atılmadığı alanlar olarak plana girmiş bulunuyor.
Türkiye’nin gelecek hedeflerine dair heyecanı, fikri ve kaygısı olan herkesin planın detaylarına bakmasında fayda vardır.