Bu hafta gösterime giren ilk şiddet içerikli gerilim filmi Htr2b Dönüşüm, set ekibini ve başrol oyuncularını da tir tir titretmiş. “Çok şiddet içeriyor” eleştirilerini doğru bulmayan Yönetmen Osman Evre Tolga ve başrol oyuncusu Veda Yurtsever İpek, toplumsal gerçekleri yansıttıklarını söylüyor.
TÜRK sineması bir sektör olma yolunda hızla ilerliyor. Yurtdışında endüstriler sinemayı sadece bir sanat olarak görmüyor. Bu noktada tür filmlerine çok önem veriyorlar. Korku, gerilim, komedi gibi türler hem birbirlerinden yararlanıyor hem de tür sineması adına kalın çizgilerle ayrılıyor. Türkiye’de ise daha yeni yeni tür filmlerini görmeye başladık. 10 senedir üretilen filmlerle korku sinemasından bahsedebiliyoruz. Bu hafta vizyona giren Htr2b Dönüşüm filmiyse şiddet içeren gerilim filmleri adına neredeyse bir ilki oluşturuyor. Küçücük bir çocuğun bıçakla öldürüldüğü, bir temizlikçi kadının kazığa oturtulduğu, bir adamın ise kafasının kesildiği ve daha birçok katliamın yapıldığı film seyredilmesi zor olsa da sinemamızın ilklerinden biri olacak gibi. Biz de filmi yöneten Osman Evre Tolga’ya ve başrol oyuncusu Veda Yurtsever İpek’e bu şiddet dolu sahnelerin nedenini sorduk.
-İlk filminizi neden bu türde çektiniz?
Osman Evre Tolga: Şartlar öyle gerektirdi. İnşallah 2-3 sene sonra bir film çekeceğim ve onun bütçesi üç milyon dolarcık. Böyle bir filme hazırlık denemeleri sayılabilir bu projeler.
SANCILI BİR DÖNEMDİ AMA ÇEKTİK
-Senaryo da size ait. Ne anlatmak istediniz?
O.E.T: Senaryo için bir haberle ilk ateş atıldı içeriye. O da “Htr2b, şiddetin geni bulundu” diye bir haberdi Aktüel dergisinde. Finlandiya’daki bir deneyden bahsediliyordu. Bir hapishanede 227 azılı mahkumun üzerinde bir araştırma yapılıyor. Ortak noktaları Htr2b genlerinin mutasyona uğramış olması. 10 ay sonra Independent gazetesinde Türkiye’de 7 binin üzerinde insanın kobay olarak kullanıldığı, 893’ünün 2007-2010 yılları arasında hayatını kaybettiği iddiası yer aldı. Bakanlık hemen yalanlayınca ben de komplo teorisi düşündüm. Evimin korkunç olduğunu söyleyen arkadaşlarımın “Burada ev mi olur? Ya birisi bassa” sözleri aklıma geldi. “Oluyor galiba” derken dört ayda senaryo çıktı.
-Sonra senaryo size geldi. Neden ikinci filminizde böyle bir çalışmayı tercih ettiniz?
Veda Yurtsever İpek: Ailece Çeşme’de tatildeyken arayan menajer “Sana bir korku filmi gönderiyorum” dedi. Türkiye’de korku filmi inandırıcılıktan uzak ve öyle cinlere, perilere inanan biri de değilim. “Böyle bir şeyse gönderme” dedim “Yok, değil” dedi. Senaryo okumayı sevmesem de bu filminkini bir solukta okudum. Ya konuşmalar çok roman gibiydi ya da hikayenin beni çok sarmalamasından... Hepimiz bir kere de olsa şunu düşünmüş olabilir: “Bir gün evde elinde bıçak bulunan bir hırsızla karşı karşıya kaldığımda ne yaparım?” Bu noktada çok gerçekti hikaye. Güzeldi, rolü de sevdim, hikayeyi de sevdim. “Tamam geleyim, tanışalım” dedim... Osman’a da söyledim “Bir daha önüme bir senaryo geldiğinde şömine, bebek, orman, bunlar varsa ben o senaryoyu birkaç kere düşüneceğim.” Bayağı sancılıydı o dönemler bizim için ama çektik ve eğlendik de aslında.
-Sizinki psikolojik gerilime yakın ama tanıtımlar neden korku filmi şeklinde?
O.E.T: Tanıtım stratejimizi profesyonellere emanet ettik. Aslında tür olarak insanın korkularına dayanan bir film. Korku filmi olarak tanımlandırmamak da o tarza bir haksızlık. Filme nasıl baktığınız sizin tarihinizle ilgili bir şey. Yani hiç korkmayabilirsiniz, çok gerilebilirsiniz, hiç gerilmeyebilirsiniz, korkudan bayılabilirsiniz ki oldu. Finalmix odasında izletiğimiz arkadaşlarımızdan kolonya tuttuklarımız da oldu. Tarzına şudur diyemem ben. Türkiye’de genel izleyici profili, bizim filmimize gelen izleyici profili 18-35 yaş arası insanlar olacak.Öyle bir tahmin yapıyorum. Zaten onlar niye geldiklerini biliyor olacak. Film dağıtımcımızın sitesinde gerilim-korku olarak anlatılıyor.
ANNEMLER SEKİZ KIZ KARDEŞTİ
-Üç kız kardeş var ve bu filmdeki gerilimi daha da artıran bir unsur. Neden gerilim-korku filmi kadın figürüne daha uygun?
O.E.T: Annemler sekiz kız kardeş ve kadınların birbirleriyle olan ilişkilerinin erkeklere nazaran çok daha şefkatli olduğuna büyüdüğüm her anda şahit oldum. Daha çok koruyup kollarlar, birbirleriyle ve birbirlerinin çocuklarıyla ilgilenirler. Kişisel tarihimin tamamı filmde var, hepsini görebiliyoruz. Bir kadının en gerçek erkeği kendi içinden çıkan erkeğidir, oğludur. Diğer bütün erkekler hayatından bir şekilde gidebilir ama o, onun evladıdır. Benim annem hayatıma şekil verdi. Beni doğurmanın dışında, kitaplar aldı, tiyatroya, sinema, klasik müzik konserlerine götürdü. Bana şekil veren insandır ve o bir laytmotif (çıkış noktası) değil, güçlü bir kadındır. Ve etrafımdaki bütün kadınlar da öyledir, filmde kadınlar kocalarını kurtarıyor aslında.
-Bu konuda sizin yorumlarınız nedir?
V.Y.İ: Belki kadın daha kırılgandır algı olarak. Bunu doğru gördüğümden söylemiyorum ama algı olarak daha korunması gereken cinstir çünkü fiziksel olarak daha zayıftır. Filmde dengeler var. Mesela Özge filmde baskın bir karakter, Özge diğerleri kadar güçlü değil aslında. Belki Duygu’dan da zayıf.
GERÇEKTEN İÇİM TİTREDİ
-Filme nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz?
V.Y.İ: Biz bu filmi yaklaşık iki ayda çektik ama film bir günde geçiyor. “Alışma!” kendime bunu çok sık söyledim “Alışma, kanıksama!” Biz ikinci ayda kobayları da kanıksamıştık. Onları ilk gördüğümde gerçekten çok korktum. Kendi arkadaşlarımdı. İlk sahne onların, biz kapıdan dışarı çıkıyoruz onlar, dışarıdan içeri doğru gelene dek gerçekten içim titredi, çok korktum. İlerleyen süreçte de o duyguma geri dönme ihtiyacı duydum.
O.E.T: Bir sahnede arka kapıdan kaçılacak. Sahne çekiliyor. Kobaylardan birini canlandıran bir aktörü arka kapıya gönderdim. Serkan kapıyı açtı, onlar karşılarında kobayı gördüğünde hepsi gerçekten bas bas bağırdı.
V.Y.İ: En korktuğum sahnelerden biriydi.
Her an herşey olabilir, eve dönemeyebiliriz!
-Toplumsal hayatımızdaki şiddette bir artış olduğunu düşünüyor musunuz? Bu filmlerin çok izleyici çekebilmesinin sebebi de bu olabilir mi?
V.Y.İ: Elbette. Üçüncü sayfa haberleri şiddetten geçilmiyor ki... Çok vahşi şeyler var hakikaten ama en vahşilerinden bir tanesi gayrimeşru çocuklar oluyor, çocuğu boğuyorlar, bir de barbeküde yakıyorlar, onun yanmasını seyrediyorlar. Burası Türkiye, bu Türkiye’de olmuş!
O.E.T: Üçüncü sayfa haberlerindeki o vicdansızlığı kabul edilebilir bir şey olarak görmüyorum ve bunu biz aslında olağanlaştırıyoruz ve ben bundan rahatsızım. İnsanın içerisindeki şiddete yönelik bir filmi yapmak için çıkış noktam Htr2b haberi ve Türk kobaylardan önce kadına uygulanan şiddet, kız çocuklarına şiddet, 12 yaşındaki kız çocuklarının gelin olarak verilmeleri ve bunun gibi bir sürü haberdi. Şiddet gündelik hayatımızın içinde, her an bir şey olabilir ve akşam eve dönemeyebilirsin. Neden? Yurtdışında insanlar birbirlerine “Özür dilerim” deyip yol verebiliyor. Ya da siz yaya olarak farkında olmadan ayağınızı yola attığınızda arabalar duruyor.
-Şimdi filminizi çekme sebebiniz ortaya çıktı, diyebilirim. İzleyiciye mesajınız var mı?
O.E.T: Kendimize verdiğimiz sözü tuttuk. İyi ve gerçekten yapılmamış bir film, içimiz rahat.
V.Y.İ: Bu filmi Türkiye’de bir ilk yapan konusu değil. Dünya edebiyatında 100’den fazla konu işlenmemiş bugüne kadar. Onunla ilgili bir kitap okuduğumu hatırlıyorum konservatuardayken. Bu filmi ilk yapan şey, aslında bu filmdeki gerçeklik olgusu.