J.J. Rousseau’nun çocuk eğitimi ve öğretim yöntem ve teknikleri ile ilgili söylediği her şeyin ondan 600 yıl önce Karahanlı’lar döneminde yaşayan Farabi’nin dediklerinden farklı olmadığını eğitim tarihi araştırmaları bize gösterse de ülkemizin eğitim araştırmacılarının yanında Roussesau’nun Emile’si kadar kıymeti harbiyesi olduğunu söyleyemeyiz.
Divan’ı Lüğait-i Türk’ün, Kaşgarlı Mahmut’un ilk Türkçe sözlüğü olduğu klişesinin dışında dil öğretiminden çocuk yetiştirilmesine ve oyunlara, yeme içme adetlerinden ahlak eğitimine kadar donanımlı bilgiler olduğunu bilsek de eğitimcilerimizin gözünde N. Chomsky kadar yer edindiğini de iddia edemeyiz.
Fatih Sultan Mehmet zamanında Sıbyan mekteplerinde görev yapacak hocalara özel bir program yapıldığını, tartışma metodu ve özel öğretim yöntemleri olarak bilinen derslerin verildiğini Muallim Cevdet 1916’da dile getirse de öğretmen yetiştirmede bir J. Dewey veya E. Bone kadar etkili olduğunu da göremeyiz.
Bütün Türk İslam Devletlerinde ‘Kal ilmi değil, hal ilmi’ ile yani yazı ve konuşma değil, davranış ve sezgileri ön planda tutarak eğitim vermeyi önemseyen tekke ve zaviyelerdeki eğitimi, bizim araştırmacılardan daha ayrıntılı olarak öğrenen ve tüm dünyaya Aktif Öğrenme ve Sosyal Öğrenme modelini sunan Bandura ve Vygovski kadar geçmiş eğitim yapımıza eğilmediğimizi söylesek, kanaatimce de yanlış bir tespit yapmış olmayız.
Amasyalı Hüseyinoğlu Ali’nin 1453’te yazdığı Tarikül Edeb ve Ispartalı Kınalızade Ali’nin 1510’da yazdığı ‘Ahlakı Alai’ adlı ahlak ve zihniyet dünyasının şekillenmesindeki iki önemli eserin, KPSS ‘de öğretmen atamalarında Kolberg’in Ahlak Gelişim Yasası kadar etkili olduğunu söyleyebilir miyiz?
Biraz daha zaman açısından yakına yaklaşalım. Osmanlı’nın gerileme zamanında dönemin siyasi ve sosyal aksaklıklarının yanında eğitim sistemindeki aksaklıkları da eleştiren Koçi Bey’in görüşlerine, Cumhuriyetin kuruluşunda eğitimi yönlendirme de J. Dewey’in raporu kadar önem verildiğini iddia edebilir miyiz?
Google taramasında 10 yıl öncesine gidip istatiksel olarak araştırma yaptığımızda 2005-2015 yılında AB ülkelerinin eğitim sistemleri ile ilgili ortalama iki yüz yazı kaleme alınmış ve ülkemizin eğitim sistemi ile karşılaştırılmış. (Tabii internete kapalı olan yayınlar ve üniversitelerin eğitim dergileri hariç.) Klişe sonuç; günümüz karşılaştırmasından çok farklı değil. İyi ülkelerin eğitim sistemindeki olanlar neden bizde yok veya neden bizde uygulanmıyor sorusu yazılarda ağır basıyor.
Ülkemizdeki akademisyenlerin farklılık yaratma adına öğrendikleri bilgileri göstermek amacıyla mıdır yoksa hakikaten kendi eğitim sistemimize katkı getirme amacından mıdır ABD ve AB ülkelerinin eğitim sistemleri ile ilgili yayımladıkları binlerce makale veya yazı mevcut.
Bu yazılarda uzmanların dilinden düşürmediği PISA sonuçlarının verileri ile kendi ülkemizdeki eğitim verileri karşılaştırma klişesinin modası hiç geçmemiş. Çağın modası Finlandiya Eğitim Sistemi araştırmaları ve eğitimde olumlu sonuçları açıklamalarla ele alınmış; fakat Finlandiya’da boşanma oranının ve alkol bağımlılığının hat safhada olduğu, öğrenci mutsuzluğunun yine üst sıralarda yer alması göstermektedir ki, sosyal hayatta olumsuzlukların eğitimde başarı ile düzeltilemediği gerçeği göz ardı edilmiştir.
Amacımız çağdaş eğitimin yabancı temsilcilerinin önemsiz olduğunu dile getirmek olmadığı gibi diğer ülkelerin eğitimcilerinin görüşlerinin eğitim sistemimizde yer almasını da eleştirmek değil. Eğitimde uzmanların dilinden düşürmediği eğitim ithal değil ihraç edilir sözüne binaen, ihraç etmeye yönelik gerekli bilgi ve kaynak birikimine sahip bir eğitim tarihi geçmişimizin olduğunu gözler önüne sermektir.
Bir daha düşünelim, eğitimi ithal mi yoksa ihraç mı edelim?