Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 1960 Anayasası ile kurulduğu günden beri ‘vesayet rejiminin’ bekçisi olarak işlev gördüğü herkesin malumudur. AYM, devleti ve toplumu durmaksızın yeniden inşa eden diğer askerî ve bürokratik Cumhuriyet kurumlarından biri olarak, verdiği kararlarla siyasal alanın aktörlerini denetlemiş, onların takdirlerine müdahalede bulunmuş ve siyasi alanı tanzim etmiştir. Ayrıca, demokratik siyasal hayata geçilmesinden sonra, devlet seçkinlerinin toplum ve devlet hayatında belirleyici bir rol kazanması noktasında işlevsel olmuştur.
2010 yılında yapılan anayasa değişikliğinin temel motivasyonunu ise millet iradesinin temsilcileri olan seçilmiş siyasilerin ‘siyasal alanın tek ve meşru belirleyicisi’ olmasının yanı sıra, AYM gibi toplum ve devlet için neyin iyi olduğuna karar verme cüreti gösteren bürokratik vesayet kurumlarının da asli işlevlerine döndürülmesi amacı oluşturmuştur.
Yaşanan yapısal değişim, diğer birçok kurumda da vuku bulduğu üzere, Paralel Devlet Yapılanması tarafından azami şekilde suiistimal edilmiştir. Ayrıca mahkemenin müstakil bir sorunu olan ve yıllardır devam eden başkanlar bahsi de ayrı bir sorun olmaya devam etmektedir. AYM, son dönemde ‘Twitter kararı’ ve ‘dershane kararı’ örneklerinde olduğu gibi, devlet ve toplum hayatı için kırılma teşkil edecek davalarda ‘vesayetçi zihniyetin’ etkisinden kendisini kurtaramamıştır.
AYM ‘Twitter kararında’ görüldüğü üzere; vergi vermeyen, Türkiye’nin ulusal kanunları ile kendisini bağlı görmeyen, kanunlarımızı her an çiğneyen, millet adına karar veren mahkeme kararlarını uygulamayan, kısaca Türkiye’nin ulusal egemenliğini kabul etmeyen Twitter şirketinin menfaatlerinin savunucusu durumuna düşmüştür. Bunu, teorik olarak hiç kimsenin itiraz edemeyeceği ‘ifade özgürlüğü’ söylemi perdesinin ardında yapmıştır.
Son olarak, AYM ‘dershane kararı’ ile aktivist yüzünü bir kez daha göstermiştir. Basitçe ifade edecek olursak, bir ülkede eğitim sistemin nasıl olması gerektiği meselesi siyasetin en önemli tartışma alanıdır. Başta siyasi partiler olmak üzere siyasi aktörler, eğitim politikalarını ortaya koyarlar ve toplumdan bu politikaları uygulamak için fırsat vermesini isterler. Bir siyasal görüşün eğitim politikasını beğenmeyen halk, serbest seçimlerle o siyasal hareket yerine bir başkasına hükûmet etme görevi verir.
AK Parti Hükûmetinin eğitime ilişkin pek çok politikasından biri de, dershanelerin dönüştürülmesi olmuştur. Bu politikanın uygulamaya konulmasından sonra siyasi partiler, medya, akademi ve sivil toplum örgütleri arasında çok sert tartışmalar yaşanmış, ilki yerel seçimler, ikincisi de Cumhurbaşkanlığı Seçimi olmak üzere iki seçimin temel tartışma konusu AK Parti’nin dershane politikası olmuştur. Nitekim her iki seçimi de AK Parti kazanmış, millet bu politikaya onay vermiştir.
Fakat AYM, son dershane kararıyla ‘bir yılı aşkın bir süredir beklettiği’ iptal davasında eğitim sisteminin nasıl olması gerektiğine karar vererek, toplum açısından artık kapanmış bir meselede temel politika yapıcı bir misyon üstlenmiştir.
AYM’nin bir süre önce ‘kararları gerekçeleriyle birlikte açıklayacağını’ ilan etmesi nedeniyle, mahkemenin iptal gerekçesini de tam olarak öğrenebilmiş değiliz. Buna karşın, mahkemenin kararı çoğu paralel yanlısı olan medyada çarşaf çarşaf yer almaktadır.
AYM, açıkça yasamanın takdir alanına giren konulardaki bir düzenlemeye bir kez daha müdahale etmiştir. Mahkeme, yerindelik denetimi yoluyla politika yapma eğilimini açıkça göstermiştir.
Mahkemenin siyaseti vesayet altına aldığı bir durumda, ne hukukun ne de seçim ve oy verme gibi mekanizmaların değerinden bahsedilebilir; dolayısıyla ne de bağımsız bir siyasal alanın var olduğu ileri sürülebilir.
Gelinen noktada aldığı karar, yarın kapatılan maden ocakları için de benzer bir karar vermesi durumunda mahkemenin hukuki tutarlılığını sağlamayacaktır. Mesele, AYM’nin bu kararı ile TBMM’de bulunan milli egemenliğe ortak olduğunu bir kez daha göstermesidir.
Hâl bu iken, hâlâ ‘hukukun üstünlüğü’ ve ‘yargının bağımsızlığı’ tartışması yapanlara söylenecek bir tek cümle vardır: Bizatihi varlığını Meclis’e borçlu olan, değiştirilebilir, ilga edilebilir bir kurum nasıl ve hangi meşruiyetle ‘üstün’ olabilmektedir? Yargı bağımsızlığına gelince, orada haklarını teslim etmek gerekiyor; AYM son kararıyla da Türkiye’den bağımsız dünyada yaşadığını teyit etmiştir!