Eğitim ülkemizde çok büyük bir sektör, bu sektörde doğrudan ve dolaylı olarak milyonlarca insan var.
Eğitimin bir üretim, bir de tüketim yönleri var; eğitim sektörüne yönelik ilk temel saptamamız eğitimi üretenlerin beklentileri ile bu üretimin tüketicilerinin beklentilerinin çok ama çok büyük ölçüde farklılaşıyor olması.
Eğitim üretiminde devlet çok büyük bir tekel; eğitim üreten birimlerin mülkiyeti açısından bu tekel yüzde doksanların çok üzerinde, eğitim felsefesi, müfredat oluşturmada ise yüzde yüz.
Eğitim tüketicilerinin eğitimden beklentileri ise eğitim üretim tekelini elinde bulunduran devlet kurumuna oranla çok farklı.
Eğitim tüketicileri çok ama çok büyük ölçüde eğitim çıktılarının mesleki beceri, yabancı dil hakimiyeti gibi konular olmasını isterken, eğitim üretim tekeli devletin eğitimden temel beklentisi bambaşka, yurttaşların mesleki becerileri, dil öğrenmeleri tamamen ikinci plana itilmiş üretim değerleri; eğitim üretim tekeli olan devletin temel kaygısı bazı devlet değerlerinin kuşaklararası aktarımının aksamaması.
Eğitim tüketicilerinin ve eğitim üreticisinin bu amaç ve beklenti farklılaşması yapısal olarak büyük bir kriz ama şimdilik tüketici ebeveynlerinin en çok sesi çıkanları da aynı süreçlerden geçmiş oldukları için kriz patlamıyor.
Bir düşünelim, eğitime ilişkin tüketim değerleri yani tüketicinin beklentileri nelerdir?
1- Mesleki yeterlilik, diplomaların küresel rekabete açıklığı ve dayanıklılığı.
2- Bir ara değer, birçok önemli enstrüman olarak yabancı dil (ingilizce) hakimiyeti.
3- Küresel rekabetin bir gereği olarak yaratıcılığın özendirilmesi, desteklenmesi.
4- Eğitim tüketicilerinin saklı yeteneklerinin ortaya çıkarılmasına yönelik bir eğitim-öğretim ortamının (özgürlük) eğitim üretim birimlerinde oluşturulması.
5- Eğitimden geçmiş ve geçmemiş, ya da belki daha gerçekçi olarak, iyi eğitilmiş ve kötü eğitilmiş bireyler arasında temel ayırım soyutlama yetisinin gelişmiş ya da gelişmemiş olmasıdır; eğitim tüketicilerinin belki böyle bir doğrudan talebi yoktur ama eğitimin temel çıktısı bu yetinin gelişmesidir.
Bu listeyi uzatmak mümkün ama bir yerde kesmek lazım.
Eğitime ilişkin temel üretim değerlerini görmek için ise Milli Eğitim Temel Kanunu’nu okumak yeterli.
Bizim eğitim-öğretim sistemimiz bu temel ve evrensel olduğunu düşündüğüm tüketici değerlerine ve beklentilerine ne kadar cevap veriyor, tek tek bakalım.
1- Mesleki yeterlik açısından büyük sorunlar yaşıyoruz, “ne iş olsa yaparım abi” sözü bir Finlandiya deyimi değil; üniversite öncesi OECD’nin PISA sonuçları, üniversitelerde ise başka göstergeler bu alanda büyük sorunlar yaşandığını gösteriyorlar, meslek liseleri ve meslek yüksek okulları zaten zincirin en zayıf halkaları, kısmet olursa haftaya bu konuya değineceğim.
2- Standart süreçlerden geçen eğitim tüketicilerinde, kahir bir ekseriyet için, yabancı dil bilgisi ve hakimiyeti zaten sıfır mertebesinde.
3- Yaratıcılık, bırakın özendirilmeyi, aileden başlayan, okullarda süren süreçlerle iğdiş edilmeye çalışılıyor. Hangi ilköğretim ya da lise öğretmeni “gerçekten çok farklı ama rahatsız edici” bir önermede bulunan öğrencisini özel bir koruma altına alır bizim ülkemizde?
4- Lise öğretmeni faktörü olumlu katkısı nedeniyle kaç tane mesela, edebiyatçımız, tarihçimiz, matematikçimiz, tiyatrocumuz, satranççımız yetişmiştir?
5- Eğitim süreçleri sonrası kaç kişide soyut düşünme yetisi gelişiyor? Öğrenciden bir tanım istendiğinde kaç tanesine cevaba “mesela” diye başlanmaması öğretiliyor?
Eğitimde çok sorun var, bunların başlarında da bu sektörün üretim ve tüketim değerlerinin uyuşmaması geliyor.
Unutmayalım eğitim de bir sektör; otomotiv sektöründe tüketici beklentilerini, değerlerini hiçe sayan bir üreticinin ne kadar ve nasıl ayakta kalması mümkündür?
Bu tür üreticiler için iflas doğal ve kaçınılmaz değil midir?
Eğitim de ülkemizde aslında müflis bir sektördür ama bu sektörde iflas masası çalış(tırıl)mamaktadır.
Bu sektör neden, müfredat dizaynı başta olmak üzere, gerçek bir rekabete açılmamaktadır?
Başka hangi sektörde tüketici değerlerine bu kadar sırt çevrilmektedir?