Geçtiğimiz hafta sonu Erkam Radyo personeli ile Akçakoca’da bir otelde iki gün geçirdik. O sırada otelde, Pendik’teki İHL’lerin müdürleri de eğitim döneminin başında “Nasıl bir eğitim?” sorusunu görüşmek üzere çalıştay için buluşmuşlardı. Pendik’te, kimi bağımsız binada kimi başka okullarla içiçe 41 İmam Hatip açılmış. Benden de, kısa bir sohbet istediler. Buluştuk.
20 bin öğrencisi varmış 41 İHL’nin. İHL’lerden 5’i “Proje İmam Hatip” niteliğindeymiş.
Onlarla sohbetimde şunu söyledim:
“Proje İmam Hatipler, İHL’ler içinde özel bir yoğunlaşmayı ifade ediyor. Büyük bir kitle içinde bir grubu alıyoruz ve ona özel bir eğitim veriyoruz. Peki geriye kalanlara bakışımız ne? Aslında sorum, tüm milli eğitimimizin toplam kalitesi ile ilgili bir sorunu ortaya koyuyor.
Kuşkusuz Türkiye ilk - orta öğretiminde başarılı okullar var, onların başarılı öğrencileri var. İHL’ler içindeki proje okulları da, diğer başarılı okullara benzer alanlar oluşturma iradesinin ürünü. Yanlış değil. Bütününü bir anda ayağa kaldırma imkanı yoksa, pilot alanlardan başlayarak tırmanışı sağlamak makul bir yol.
Ancak, Türkiye’nin meselesi, eğitim çağındaki 18 milyonluk genç nüfustan çok daha büyük hacimde bir insan sermayesi çıkarmakta odaklaşıyor.
Son olarak 3 yıllık Orta Vadeli Program (OVP) çerçevesinde eğitim konusu da gündeme geldi ve orada da en belirgin hedef olarak, 2019’a kadar tüm Türkiye için “Tam gün eğitim” belirlendi. Sabahçı - Öğlenci sistem kalkacak, çocuklar nerede ise gün boyu okulda kalacaklar.
Ak Parti hükümetlerinin eğitime, okul, araç - gereç, kitap planında ciddi yatırım yaptığı bir gerçek. Ancak eğitimin kalitesi noktasında ciddi sorunların halen mevcut olduğu da bir gerçek. Kuşkusuz asıl sorun da o. İnsan unsurunuz eğitim tezgahından geçtiğinde ortaya, ülke adına güçlü bir insan sermayesi çıkıyor mu?
İHL müdürleriyle yaptığımız sohbette, benim bu konudaki kaygılarımın İHL’ler planında paylaşıldığına tanık olduğumu belirtmeliyim.
Bu zaten, uluslararası ölçeklere vurulduğunda da ortaya çıkan bir durum. Biz biliyoruz ki, Avrupa’da birçok ülkenin nüfusundan fazla olan genç insan potansiyelinizi iyi eğitmezseniz, onlara sağlıklı iş ortamları hazırlayamaz, bu da ülkeyi vasıfsız genç nüfus gibi çok çetin bir problemin içine sürükler.
Nasıl eğitimi yarınları inşa edecek bir bilgi - kişilik inşa alanına dönüştüreceğiz.
İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nü 1970’de bitirdiğimde, “Bu 4 yıllık eğitim çok rahatlıkla bir yıl içinde bitirilebilir” demiştim. Eğer sırf okul eğitimi ile kalsanız, çok sığ bir birikimle hayata hazırlanma gibi bir riski üstlenebilirsiniz.
Bugün, okulları tam güne çıkarmak söz konusu olduğunda bunu hatırlıyorum.
Kuşkusuz çocuklarımız yetişme çağını daha çok eğitime ayırmalılar. Kendine yatırım dönemi o dönem. Orada ne kazanılırsa ömür boyu orada beyine ve kalbe yüklenilenler tüketilecek. Ama şu an, diyelim “Sabahçı” çocuklara sabah kendilerine eğitim için ayrılan zamanı kaliteli değerlendirme imkanı sunulabiliyor mu, “Öğlenci” çocuklara öğleden sonra kendilerine eğitim için ayrılan zamanı değerlendirme imkanı sunulabiliyor mu? İçerik meselesi. Nasıl değerlendirilecek gün boyu okul hayatı?
“Çocuğun okulda geçen her saniyesi okumakla, yazmakla, bilgi ile haşır neşir olmakla geçerse bu eğitim olur, ondan ötesi boş...” demiyorum.
Ancak, zamanın hayat için zaruri bilgi ve değerleri kazanabilmek için planlanması ve o planın ete-kemiğe bürünebilmesi için rehberlik yapacak bir kadronun varlığı hayati bir önem taşıyor.
Eğitici kadro sorunundan söz ediyorum. Öğretmenden...
Belki de eğitimde aşamadığımız ana sorun öğretmen sorunudur.
O eğitimin can damarıdır.
Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, coşkulu bir insan. Bu eğitim için pozitif bir kişilik değeri. Öğretmen konusunu, çok özel bir gündem olarak masaya yatırıp, bu alanda iyileştirmelerin kapısını aralamak lazım.
Kuşkusuz iyi öğretmenler var sistem içinde ama her öğretmeni, eğitime vereceğinin azamisini veren insanlar haline getirmek gerekiyor.
YÖK’ün öğretmen yetiştirecek üniversitelere yeni kriterler getirmesi de pozitif bir tavır.
Dileyelim, şu üç yıl bir hamle dönemi olsun.