Bizim gibi ülkelerde yani okul müessesesini insan harası gibi algılayan ülkelerde eğitim süreçleri orta vadede or- tak bir zihniyet belirliyor.
Bu zihniyet mühendisliği berbat bir şey; burada berbatlıktan sadece siyasi şartlandır-maları değil, yaşamın başka alanlarında da oluşturulan çok düzeysiz ama kapsama alanı çok geniş, büyük ölçüde toplumsal zararlar, toplumsal körlükler, sakatlıklar üreten ortak paydaları kastediyorum.
Bu zihniyet sapması, yanlışlığı bir kez oluştuğu andan itibaren toplumsal koşullarımız, bireysel şartlanmalarımız bu yanlışlığın biteviye kendini yeniden üretmesinin de yolunu açıyor.
Ortaya atılan bir söz, bir formül, sanki aksi düşünülemezmiş gibi, nesillerarası aktarılıp gidiyor, gitmekle de kalmıyor, toplumsal refahı azaltıyor, yanlış kararlar alınmasına ne-den oluyor.
Bu konulara ilişkin sayısız diyebileceğim kadar örnek verebilirim ama pazar günleri eğitim konularına girmek istediğim için örneği dolaylı olarak eğitimle ilgili bir alandan, “beyin göçü” adı verilen bir efsaneden vermek istiyorum.
Bu konuya dönmek istememin nedeni 27 Kasım Salı günü Yeni Şafak gazetesinde birinci sahifenin yaklaşık tümünü alan bir haber; Sanayi Bakanı Sayın Nihat Ergün’ün konuya yaklaşımı hep özlediğimiz, doğru bir yaklaşım, eski şartlanmaları, yanlışları tekrarlamıyor.
Yeni Şafak’ın konuyu haberleştirme tekniği ve kullandığı ifade biraz sorunlu, zira “beyin göçünü tersine çevirmek için harekete geçen TÜBİTAK” gibi bir ifade kullanılıyor alt başlıkta ama haberin bütününden benim algıladığım Sayın Bakanın temennisi, yaklaşımı Motorola (ABD), Google (ABD) gibi dünya devi şirketlerde çalışan bin 500 Türkiye kökenli bilim adamımızı geri çağırmak değil, bu yurttaşlarımızın, insanlarımızın, oldukları yerlerden, bilimsel olarak daha iyi beslendikleri, beslenecekleri yerlerden Türkiye’nin geliştirmek istediği projelere katkı yapmalarını sağlamak; bugün bu yöntem mümkün ve hiç kuşkusuz doğrusu da bu, hedef de beyin göçünü tersine çevirmek değil, NASA’da, Google’da Yahoo’da çalışan ve çalışmaya devem edecek insanlarımızdan beyin gücü olarak yararlanmak olmalı.
Hikayenin en başına dönersek, zaten ifadenin kendisi, “beyin göçü” ifadesi sorunlu bir ifade; bu insanlar, çalışkan, yetenekli insanlar, buna kuşku yok ama şimdi geri çağırmak istediğimiz beyinleri bizim kurumlarımızda gelişmiş, geliştirilmiş, üretken olmuş beyinler değil, bu kişilerin cv’lerine baktığınızda kahir ekseriyetinin doktoralarının ABD, İngiltere doktoraları olduğunu görüyorsunuz.
Başka bir anlatımla, bu yurttaşlarımız batıya, tabiri mazur görsünler, iyi bir hammadde olarak gitmişler ama oralarda işlen-mişler, oralarda geri çağırılmaya özenilir insanlar hale gelmişler; aynı hammadde buralarda kalsa idi üretkenliği ne kadar olur-du, tartışmaya açık bir konu.
Batının, ABD’nin en önemli kurumlarında çok önemli görevlere yükselebilmiş bu insanlarımızı “beyin göçünü terse çevirmek” gibi hem kendilerine hem de dolaylı olarak Türkiye’ye çok zararlı politika söylemleriyle rahatsız etmek yerine bu insanları teknolojinin olanaklarından da yararlanarak projelerimize, üniversitelere dışarıdan ortak etmeye gayret edelim.
ABD Boston’dan (Harvard, MIT), mesela Prof. Daron Acemoğlu’nu, İstanbul’a davet edip saatlerce seyahat ettirmek yerine üniversitelerimizde, STK’larımızda telekonferans yöntemiyle dinlemeye gayret edelim.
Varsayalım, bir biçimde Sayın Daron Acemoğlu’nu ikna ettik, Türkiye’de bir üniversiteye, mesela GS liseli kimliğini kullanıp Galatasaray Üniversitesi’ne aldık, vatana geri dönüş yaptı, mevcut verimliliğini acaba ne kadar sürdürebilir?
Bu durum hem Acemoğlu’na, hem de Türkiye’ye ne kadar fayda üretir acaba?
Yabancı kurumlarda çalışan önemli beyinlerimizden oldukları yerlerden yararlanmanın mutlaka bir yolunu bulmalıyız, beyin göçünden şikayet gibi saçmalıklardan da arınmalıyız.
Kendi kurumlarımızda bir Daron Acemoğlu yetiştirdiğimiz gün zaten ben de bu yazıyı bir daha yazmam.