Eğitim çıktılarını ölçmek kolay değil ama bu alanda çeşitli yöntemler geliştiriliyor, PISA araştırmaları bunların başlarında geliyor.
Eğitim sektörünün çıktıları farklı biçimlerde ölçülebilir, bu konuda farklı yaklaşımlar getirilebilir.
Bu yaklaşımlardan biri de ülkelerin patent ofislerine yapılan başvuru sayısı, bu başvuruların ne kadarına patent verildiği ve dünya patent stoğu içinde o ülkenin yüzde payı.
Yirmi birinci yüzyılda sanayi üretimi doğal olarak sonlanmayacak, Çin ve Hindistan gibi ülkelerde, toplam nüfus dünya nüfusunun yüzde ellisine yaklaşabilecek, hayat standartları yükseldikçe otomobil gibi tüketim mallarına, konuta talep artacak, bu mallara artan talep de geleneksel sanayi mallarına, çimentoya, demire ikinci bir bahar yaşatabilecek.
ANCAK, yirmi birinci yüzyılın belirleyici sektörleri kesinlikle geçen asrın sanayi sektörleri olmayacak.
Bilgi ekonomisi denen süreçlerin belirleyici sektörleri toplam maliyet içinde sabit maliyetin çok düşük olduğu sektörler olacak; google gibi, facebook gibi, yahoo gibi.
Bu sektörlerin ve bugünden öngörülmesi olanaksız gibi duran yenilerinin temel itici gücü de yaratıcılık, çılgın yaratıcılık, yeni bir buluş arayışı olacak.
Yaratıcılık her zaman önemli idi ama bu önemin önemi büyük bir artış eğiliminde; yeni fikirler paradan daha zenginleştirici oluyor, bunu iyi görmek lazım.
2011 senesinde, henüz 2012’nin verileri elimizde yok, dünyada yaklaşık bir milyon yeniliğe patent verilmiş.
2011’de verilen patent sayısında Japonya 238 bin ile birinci sırada; ikinci 225 bin ile ABD, üçüncü ise 172 bin ile Çin; Güney Kore 95 bin patent ile dördüncü sırada geliyor.
Dünyanın ikinci askeri gücü Rusya’nın 30 bin patent ile çok gerilerde oluşu ise dikkat çekiyor.
Daha da dikkat çekici konu Almanya’da tescil edilen patent sayısının 12 bin, İngiltere’de ise yedi bin ile sınırlı oluşları.
Ancak, AB üyesi ülkelerde, milli devletlerin tescil ofisleri dışında bir de AB patent ofisi adı altında faaliyet gösteren başka bir ofis daha var ve bu ofisin 2011’de tescil ettiği patent sayısı 62 bin.
Ülkemiz Türkiye’de ise 2011 senesinde tescil edilen patent sayısı bin (1000) dolayında.
Dünyada tescil edilmiş patent stok sayısı sekiz milyon dolayında ve bu stokun 2.1 milyonu ABD’nin.
Türkiye’de Cumhuriyet döneminde tescil edilmiş patent sayısı on iki bin dolayında ama bu patent stokunun yarısının işlevsiz yani ekonomide kullanım alanı bulmadığı yolunda bilgiler mevcut.
İyimser bir yorumla on iki bin olan patent stokunun sekiz bininin işlevsel olduğunu varsaysak, dünya patent stoku içinde payımız binde bir dolayında demektir.
Oysa, ekonomide, milli gelir büyüklüğü açısından, küresel üretim içinde payımız yüzde birin biraz üzerine çıkmış durumda.
Ortaya çıkan durum Türkiye ekonomisinin küresel ekonomi içindeki payı ile patent stoku içinde payının uyumsuzluğunu gösteriyor.
Bu konu yorumlanması zor bir konu; bir açıdan baktığınızda patent sayısı ile büyüme, zenginlik arasında bir ilişkinin olmadığı sonucunu da çıkarabilirsiniz, nüfusun belirleyici olduğu sonucunu da.
Ancak, bendenizin kanaati, bu ilişkinin, bugüne dek yeterince güçlü olmasa bile, yirmi birinci asırda çok daha güçleneceği istikametinde.
Patent sayımızı arttırmak ve en önemlisi, patent sayısının artışına yönelik bir eğitim müfredat ve ideolojisini benimsemek zorundayız.