Bugün cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılıyor, Türkiye, Cumhuriyet tarihinde ilk kez genel oyla cumhurbaşkanını seçiyor.
Seçilecek ve genel oyla seçileceği için, kaçınılmaz olarak daha güçlü olacak yeni Cumhurbaşkanından herkesin bir beklentisi olabilir ama benim temel beklentim, AB sürecine güçlü destekle beraber eğitim ve siyaset süreçlerinin bir ölçüde birbirlerinden ayrılabilmesi için destek, tavsiyeler.
Ne demek istediğimi aşağıda açmaya gayret edeceğim.
Ülkemiz Türkiye’de, en çok kullandığımız kelimelerden biri olmamla beraber, devlet kavramının ne olduğu konusunda pek anlamlı görüşümüz yoktur.
Devlet demek kamu hizmeti üretimi demektir ve başka şey de demek değildir, nokta.
Devleti meşru ve yasal yöntemlerle yönetme yarışı olarak tanımlanabilecek siyaset yarışı da özünde alternatif kamu hizmetleri üretme yarışıdır, başka bir şey değildir, olmamalıdır, nokta.
Devleti kamu hizmeti üretim aparatı olarak tanımladığımızda ortaya çıkan sorun, devlet kavramını hiç düşünmediğimiz ölçüde kamu hizmeti kavramının da aynı biçimde düşünmediğimiz gerçeğidir.
Siyaset, yukarıda belirttiğim gibi, daha nitelikli kamu hizmeti üretim yarışıdır, siyasetin ve böylece de kamu hizmetinin hedefi topluma çekin düzen vermek değildir, toplumu belirli ve sübjektif bir amaca yönelik olarak şekillendirmek hiç değildir, toplumsal ahlak konusunda seçici olmak hiç ama hiç değildir.
Siyaset ya da kamu hizmeti üretimi evrensel ölçütlere uygun olarak bir kamu düzenini oluşturmayı ve korumayı hedef alır ama bu hedef insanların şöyle ya da böyle yaşamalarını düzenlemek anlamına gelmez.
Eğitim de, bu konu teoride çok tartışmalı olmakla birlikte, doğru ya da yanlış, ülkemizde ve başka yerlerde de bir kamu hizmeti olarak değerlendirilir.
Bir kamu hizmeti olduğunu varsaydığımız eğitim de insanların, toplumun şöyle ya da böyle olması yönünde endoktrinasyon alanı değildir, olmamalıdır.
Eğitimin amaçları nitelikli beşeri sermaye üretiminde bulunmaktır, bilgi kavramı konusunda kafa yordurup, bilgiye ulaşma alanlarının önünü açmaktır.
Eğitim, özellikle ve ağırlıklı olarak kamusal kaynaklarla, vergi mükelleflerinin vergi gayretleriyle finanse edilen eğitim süreçleri insanın, toplumun şöyle ya da böyle olması yönünde endoktrinasyonda bulunamaz, şartlandırma yapamaz.
Kemalizm ya da başka bir ideoloji, dini öğretiler kamusal eğitim, öğretim süreçlerinin tamamen dışında kalmalıdır.
Kemalizm ya da başka öğretiler önemlidir, dini öğretiler çok önemlidir ama bu konuların aktarılma alanı vergi gelirleriyle finanse edilen alanlar, süreçler olamaz.
Aile, sivil toplum kurumları, toplumsal araçlar, sokak, vs. bu konuların aktarımı için çok daha uygun süreçlere tekabül ederler.
Türkiye’de hepimizin şahit olduğu ve aklı başında insanların şikayetçi olduğu konuların başında siyasi süreçlerin topluma ayar verme konusunda kullanımıdır.
Bu temel yanlışın kökeninde, yukarıda belirttiğim gibi, devlet ve eşanlamlı olarak kamu hizmeti üretiminin amacının hala ve hala anlaşılmamış ya da yanlış anlaşılmış olması yatar.
Yanlış anlaşılmak istemem, kemalizm, dini inançlar insanların kalpleriyle sınırla alanların işi değildir, kamusal alana çıkarlar ve tüm özgürlük alanlarını kullanarak çıkarlar ama bu alanların kamu hizmetiyle ilişkisi olmamalıdır.
Siyaseti, iyi tanımlanmış kamu hizmeti üretimi yarışı olarak ve doğru olarak görürsek, siyasetçi de Cumhuriyet kadınının tayyörünü, öğrencinin, memurun başını nasıl örteceğini, kamusal alanda nasıl kahkaha atılacağını, kendimize ne dersek mutlu olacağımızı tanımlayamaz ve böylece herkes daha rahat eder.
Daha özgür oluruz, vergilerimiz daha etkin kullanılır ve belki de daha da önemlisi, eğitim süreçlerinin etkinliği artar.
Temennim, yeni Cumhurbaşkanımız eğitim süreçlerini bir şartlandırma alışkanlığından, evrensel kamu hizmeti dışında işlevler görme geleneğimizden uzaklaştırmak hatta kurtarmak için TBMM üzerinde bir manevi koçluk görevi üstlenir.