Eğitim sektörü ülkemiz Türkiye’de çok sancılı bir sektör. Ancak, bu durum sadece Türkiye için geçerli değil, dünyanın tüm ülkelerinde eğitim sektörlerinde büyük sorunlar yaşanıyor.
Bu mesele, bu sektörün neden en sorunlu sektörlerin başında geldiği, üzerinde durulması, tartışılması gereken bir nokta.
Bendeniz de, bugünkü yazımda, bu konuya ilişkin şahsi görüşlerimi arz etmeye çalışacağım.
Eğitim sektörünün ülkemizin en sorunlu sektörlerinin başında geldiği konusunda belirli ölçüde bir mutabakat var; lise mezunlarımızın profili, içeride LYS sonuçları, OECD bazında PISA sonuçları bu saptamayı zaten sayısal olarak ortaya koyuyor.
Üzerinde mutabakatın daha az olduğu alan ise sayısal olarak aşikar, sarih olan sorunun nedenleri konusunda.
Eskiden, eğitim, genetik olmayan bilginin nesillerarası aktarımı olarak tanımlanırdı.
Günümüzde bu tanım hala geçerli ama kısmen geçerli zira artık eğitim sektörünün anahtar kelimesi bilginin tanımı değişti, kıt kaynak olmaktan çoktan çıktı, herkes her türlü bilgiye anında ulaşabiliyor, bilgi artık hava gibi bir serbest mal.
Önemli olan, bugün, bu mevcut bilgiyi sadece aktarmak değil, mevcut bilgi stokundan yeni bir bilgi üretebilmek.
Yani artık üretim, yaratıcılık kavramı eğitim sektörünün ayrılmaz parçaları.
Üretim, yaratıcılık yani yeni bir şey söyleyebilmek ise dünyanın en yenilikçi, en cesur, en devrimci işi; kurumsal geleneklere saygılı ama bağımsız, korkusuz kafalar gerektiriyor.
Eğitimin artık ayrılmaz bir parçası haline gelen yaratıcılık, yenilikçilik, devrimcilik ise, kimse, meslektaşlar sakın alınganlık göstermesinler, eğitim sektörü çalışanlarının en az sevdiği işlerin başında geliyorlar.
Bunun temel nedeni ise eğitim sektörünün çok uzun sürelerdir tutucu devlet yapılanmasının temel ideolojik aygıtı olarak algılanması, buna göre kurgulanması.
Eğitim, insanların mevcut kurumların, yapılanmaların bekçileri olmaları için kurgulanmış, dizayn edilmiş bir sektör, doğası gereği yeniyi, devrimciyi dışlamak istiyor.
Bu sektör çalışanları da, bu görüşüm sektörün tüm ünvanları, isterseniz tüm rütbeleri de diyebilirsiniz, bu bekçilik görevine uygun eğitiliyorlar, yetiştiriliyorlar.
Ve ortaya gerçek bir çelişki, uyumsuzluk çıkıyor.
Sektörün özü artık yaratıcılık, yeni bir şeyler söylemek iken, sektör çalışanlarının zihinleri, ideolojileri eskinin bekçiliği üzerine dizayn edilmiş, dizayn edilmekten de öte, temel misyon bu.
Düşünebiliyor musunuz, en yeni şeyleri söylemesi gerekenlerin ideolojik şartlanmaları eskinin bekçiliği üzerine kurgulanmış.
Böyle bir tezattan, böyle bir çelişkiden çıksa çıksa kriz çıkar.
Başka sektörlerde durum pek böyle değil; mesela, işiniz otomobil üretmek ise, ideolojinizin eski otomobil yapılarını korumak üzerine kurgulanmasına gerek yok, hatta tam tersi, sektör, piyasa sizi yeni bir şey söylemeye teşvik ediyor.
Eğitim ise devletçi tekelin kurbanı, her ülkede devlet aparatı eğitime müdahale ediyor, siyasi müdahale var, hoşa gitmeyen şeylerin söylenmesine engel oluyor; otomotiv sektörüne bu anlamda siyasi müdahale yapılmıyor.
Eğitim ve sağlık malları, teoride, iktisat teorisinde aynı platformda analiz edilen mallardır.
Bu işlere kafası çok iyi çalışan bir tanıdığım, bir dostum geçenlerde bana sağlıkta gelinen özelleştirme aşamasına eğitimde neden gelinemediğini soruyordu.
Bu önemli sorunun yanıtı devletin eğitimi hala bir ideolojik aygıt olarak görmekten vazgeçememesinde herhalde.
Hastanelerin özelleşmesi, ameliyat tekniklerinde bıçaktan mesela lazere geçilmesi devlet ideolojisinin kuşaklararası aktarımını ilgilendirmiyor.
Ancak, tarih, yurttaşlık, hatta edebiyat gibi derslerin nasıl verileceği devlet için yaşamsal önemi haiz ve devlet direniyor.
Eğitim en çok yaratıcılık isteyen sektör ama devlet, eğitim çalışanlarıyla bu yaratıcılığa sınırlama getirmek istiyor; yaratıcılığa sınır getirmek istersen kriz kaçınılmazdır.