Aslında bugün aklımdaki yazı konusu Türkiye’de bir milyona yaklaşan üniversite kontenjanları konusu idi.
Bu kontenjan genişlemesi bir anlamda çok olumlu bir gelişme ama beraberinde bazı sorunlar da getiriyor, daha doğrusu lisans, önlisans öğretim aşamalarının yeniden tasarımı, tanımlanması konusunu zorunlu kılıyor ama bizde bu konuda pek yaprak kımıldamıyor.
Bu konuya önümüzdeki haftalarda döneceğim.
Bugünkü yazı konumu kafama kendisi de yüksek mühendis-mimar olan kayınpederim soktu.
Meseleye hiç böyle bakmadığımı farkettim, biraz canım da sıkıldı doğrusu ama öğrenmenin, düşünmenin yaşı yok.
İyi bir sosyal bilimci olabilmenin ön koşulu etimolojiye, kelime bilimine meraklı olmak.
Kavramları kelimelerle ifade ediyoruz, bu kelimeler de kavramların özünü, çıkışını açıklamak için elimizdeki ilk ipucu.
Zaman içinde muhtemelen kavramlar, bu kavramları ifade eden kelimelerin etimolojisinden bir ölçüde kopabiliyorlar ama özünün çok da değişmeyebilme ihtimali epey yüksek.
Konumuz mühendislik, ingilizcesi de “engineering”; anladığım bir alan pek değil ama önümüzde çok da önemli bir etimoloji, kelime bilimi ipuçları var.
Bu etimolojik kökenler, daha doğrusu kelime kökenlerinin çok da önemsenebilecek farkı acaba bu kelimelerin doğduğu coğrafyalarda bu mühendislik bilimini, daha da önemlisi mühendislik (engineering) kavramı ve etimolojisi üzerinden iktisadi kalkınma süreçlerini nasıl etkilemişler?
Google’da çok basit bir araştırma mühendislik kelimesinin kökeninin hendeseden yani geometriden geldiğini gösteriyor.
Mühendislik kelimesinin ingilizcesi ise engineering, ingilizce “engine” kelimesinden kaynaklanıyor ve “engine” kelimesi köken olarak savaşta kullanılan makina anlamına geliyor.
“Engine” kelimesi günümüz ingilizcesinde genel anlamda makina demek.
Şimdi karşımızda bir meslek ama iki kelime kökeni, iki farklı etimolojik dayanak var.
“Engineering” dünyası bizim kullandığımız anlamda mühendisliği makina kavramına ve makina temelli bir insan-tabiat ilişkisine dayandırıyor.
Hendese kökenli bir mühendislik dünyası ise aynı mühendislik mesleğini köken olarak geometriye dayandırmış; muhtemelen toprak paylaşımı, sınırları belirleme, egemenlerin topraklarının sınırlarını çizmek için kullanılmış mühendislik kavramı başlangıçta.
Geometriyi hendese olarak tercüme eden dünya ise geometriyi nerelerde kullanmamış?
Şehircilikte pek kullanmamış, geometri temelli şehir bu kavram dünyasında pek yok; belki de iyi ki yok.
Mimarlıkta kullanılmış mı?
Sivil mimaride pek kullanmamış, dini mimairde ise aklıma Ömer Camii (Şam), Kurtuba Camii (İspanya), Süleymaniye ve Selimiye dışında çok temel örnekler gelmiyor.
Engineering kelimesinin “engine”den türemesi, “engine” kelimesinin ise köken olarak savaş makinası anlamına gelmesi, bizde ise mühendisliğin hendeseden, geometriden gelmesi belki, belki de değil muhtemelen 17. Asırdan sonra Osmanlı’nın askeri gerilemesinin de önemli bir nedeni.
Gelelim etimolojik olarak hendese kökenli mühendislik eğitimi ile makina kelime kökenli mühendislik eğitiminin bugünkü farklarına.
Mühendislik ve eğitimi üzerlerinde kalem oynatabileceğim alanlar pek değil ama sezgilerim bu etimolojik farklılıkların eğitim dünyasına da yansımış olma ihtimalinin yüksekliğini işaret ediyor.
Söz konusu etimolojik fark mühendislik eğitimine nasıl yansımış bilemem ama son üç asırda ortalama büyüme oranlarına nasıl yansıdığı çok aşikar.
Savaş makinası “engine” sivil kullanımlı makinalara, buhar makinalarına ve sonradan da başka şeylere dönüşerek sanayileşmenin, sanayi devriminin motorları olmuşlar, Türkiye’nin 1990’daki kent-kır nüfus dağılımına İngiltere tam 1800’de gelmiş (Bkz. Hobsbawm).
Bu süreci geri çeviremeyiz, yeniden yaşayamayız.
Temennim çok daha az sabit sermaye gerektiren bilgi ekonomisini yakalamamız.
Bu da, bugünkünden çok daha farklı bir eğitim anlayışı gerektiriyor bizde.
Yani, bugünkünden çok farklı bir beşeri sermaye birikimi gerektiriyor.