Hemen bütün ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de eğitim fakültelerinin öğretmen yetiştirme, daha doğrusu “hizmet-öncesi eğitim” dışındaki görev ve misyonları hep geri planda kaldı. Eğitim fakülteleriyle üniversite içindeki diğer fakülteleri kıyaslayınca söz konusu diğer görev ve misyonların geri planda kaldığını görmek daha kolay.
Örneğin, tıp fakülteleri, doktor yetiştirmenin yanında hatırı sayılır bir sağlık hizmeti üretiyorlar, sağlık konusunda toplumu bilgilendiriyorlar. Benzer şekilde, mühendislik fakülteleri, mühendis yetiştirmenin dışında, hayatının hemen her alanındaki çeşitli mühendislik
projelerinde yer alıyorlar, yeni ürünler üretiyorlar.
Eğitim fakülteleri, öğretmen yetiştiren okullar olarak tarih sahnesine çıktılar. Dolayısıyla halen bu misyonlarının ağır basmasında şaşılacak bir şey yok. Eğitim fakülteleri, oldukça çok sayıda araştırma ve tez de üretiyorlar. Ancak gelinen noktada kurumsal olarak üniversite içerisinde yer alan eğitim fakültelerinin doğrudan görev
ve misyon alanına girdiğini düşündüğüm hususlarda zayıf kaldığı söylenebilir.
Gerçekten de, Türkiye gibi 20 milyonu aşan sayıda öğrencinin olduğu ve eğitim sisteminin oturmadığı bir ülkede, eğitim fakültelerinin eğitim düzenleme ve reformlarında daha etkili olması beklenirdi. Eğitim fakültelerinin eğitim meselelerine ve politika yapım süreçlerine liderlik yaptıklarını ne yazık ki söyleyemiyoruz.
Eğitim fakültelerinin bulundukları yerlerdeki okullarla, eğitim yöneticileriyle, yerel yöneticilerle veya ulusal düzeyde ilgili devlet birimleriyle ne derece etkileşim halinde oldukları da tartışılabilir. OECD ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların da Türkiye’deki eğitim durumunu analiz etmek için eğitim fakültelerinden ne derece faydalanabildikleri sorulabilir.
MEB ve YÖK, hemen her gün eğitim sistemine ilişkin ve milyonlarca insanın hayatını doğrudan ilgilendiren çok sayıda karar alıyorlar. Eğitim fakültelerinin veya bu fakültelerde çalışan akademisyenlerin bu kararların herhangi bir yerinde anlamlı yer aldığını söylemek zor. Tabi bu tek taraflı bir sorun değil. Yani sadece eğitim fakültelerinden kaynaklı bir sorun değil. Karar alıcıların da talebi veya talepsizliğiyle ilgili de bir sorun var. Yine de, eğitim fakültelerinde karar alıcıların gündeminde soru ve sorunlara yol gösterebilecek ne tür bilgilerin olduğu veya bu tür bilgilerin olup olmadığı tartışılabilir.
Genel olarak söyleyecek olursak, bizzat eğitim fakültesi hocaları arasında da yaygın olan bir kanaate göre, eğitim fakültelerinde üretilen bilgilerin pratikte karşılığını bulmak çoğunlukla zor.
Eğitim fakültelerinin tamamını bilmediğim için söyleyemem ancak en azından bir kısmında yüksek lisans ve doktora yapan çok parlak gençlerle tanıştım. Örneğin, hem öğretmenlik deneyimi olan hem de akademik tartışmalara hakim ve dünyadaki gelişmeleri izleyen bir profil de var. Ancak eğitim fakültelerinde gördüğüm en temel sorun, çalışılan konuların genellikle iyi seçilmemesi.
Çok parlak ve çok sayıda genç enerjisini boş yere harcıyor diyemem ama şunu diyebilirim: Bu enerji doğru kanalize edilirse, çok daha anlamlı ve etkisi yüksek sonuçlar çıkabilir. Özellikle tecrübeli ve birikimli eski hocalara söyleyecek sözümüz yok. Ancak gördüğüm ve dinlediğim kadarıyla, gençlerin bir kısmı, -hocalarının fazla sınırlandırıcı tercihleri dolayısıyla- istedikleri konuyu istedikleri gibi çalışamamaktan şikayetçi.
Bu yazıyı okuyan birçok hoca, medyanın kendi çalışmalarına yeterince önem vermediğini ve çalışmalarının istedikleri düzeyde karşılık bulmadığını söyleyecektir. Doğrudur, maalesef ciddi eğitim meseleleri, medyada hak ettiği şekilde ve ciddiyetle karşılık bulmuyor. Ben kendi köşemden eğitimle ilgili politikalara yön verme potansiyeli olan çalışmalara zaman zaman yer verme arzusundayım. Bu tür çalışmalar hakkında beni bilgilendirmelerinizi bekliyorum.
Eğitim politikalarının daha sağlıklı ve rasyonel bir şekilde oluşturulması mümkün. Bunun için herkes özellikle de eğitimciler, elinden gelen çabayı göstermeli diye düşünüyorum.