Türkiye ekonomisi son on senede çok önemli bir büyüme performansı gösterdi.
Kişi başına üç bin dolar düzeylerine, belki birazcık daha fazlasına mahkum gibi duran, senelerce bu görüntüyü sergileyen ekonomi son on senede büyük bir sıçrama yaşadı, kişi başına gelir, satınalma gücü paritesine göre (ppp) on beş bin dolara yükseldi.
Türkiye artık az gelişmiş bir ülke hiç değil, bir orta gelir düzeyi ülkesi.
Ancak, son aylarda, biraz küresel krize, biraz başka faktörlere bağlı olarak yavaşlayan ekonomi, düşen büyüme oranları orta gelir tuzağı kavramının tartışma gündemine gelmesine neden oldu.
Tarihsel çalışmalar ülkelerin on bin-on beş bin dolar sınırından sonra yirmi bin-yirmi beş bin dolarlar seviyesine yükselmesinin kolay olmadığını gösteriyor.
Bu aşamada üç konuyu gündeme taşımak lazım.
Birincisi, “Türkiye’de ne oldu da son on senede üç bin dolardan orta gelir düzeyine sıçradı?” sorusuna cevap vermek gerekiyor.
İkincisi ise “bu aşamadan sonra orta gelir tuzağına düşmemek, en azından burada çok uzun süre takılmadan bir öte aşamaya geçmek için ne yapılmalı?” sorusuna yanıt aranmalı.
Son on senede, üç bin dolardan on bin doların ötesine geçerken Anadolu’da açığa çıkan sermaye enerjisi, AB süreci, bütçe disiplini, küresel fon arzı, vs. önemli roller oynadılar ama meseleye daha uzun dönemde bakabilmek için faktör verimliliklerine de bakmak şart.
Son on sene, yaşanan başka olumlu gelişmelere paralel olarak ellilerden günümüze süren ve artık yavaşlama eğilimine giren kentleşme sürecinin bir sonucu olarak çok sayıda insanımızın tarımdan tarımdışı sektörlere geçişine de sahne oldu.
Bu geçiş süreci, tarımdışı istihdamın yükselmesi eğitim desteğine büyük ihtiyaç duymayan bir işgücü faktör verimlilik artışını da beraberinde getirdi.
Ve bu faktör verimlilik artışı da ekonominin son on senesinin büyüme başarısında katkısı azımsanamayacak bir rol oynadı.
Orta gelir düzeyinde artık tarımsal istihdamdan tarımdışı istihdama geçişten kaynaklanan adeta otomatik bir verimlilik artışı pek beklenmeyebilir.
Bundan sonra büyüme büyük ölçüde göç faktörünün belirlemeyeceği bir faktör verimlilik artışı üzerinden gerçekleşecek.
Peki bu verimlilik artışını büyük ölçüde ne sağlayacak?
Kişi başına gelir düzeyi otuz bin doları aşmış ülkelerde bu süreci büyük ölçüde ne belirlemiş ise bizde orta gelir düzeyini aşmamızı o etmen belirleyecek.
Başka bir ifadeyle de büyümeyi eğitime bağlı işgücü verimlik artışı belirleyecek.
Önümüzdeki dönemin temel sorunu işgücü verimliliğinin eğitim temelli artışını sağlayabilmek.
İşi biraz şakaya vurup şunu da söyleyebiliriz: Önümüzde on senenin en işlevsel ekonomiden sorumlu bakanları Milli Eğitim Bakanları olacak.
Eğitime artık şartlandırma aptallığı dışına çıkıp yaklaşmamız gerekiyor.
Andımız gibi kör göze parmak bir şartlandırma öğesinin sistemden temizlenmiş olması çok olumlu ama yetersiz.
Okul öncesi eğitimden doktora aşamasına kadar eğitim-öğretim süreçleri artık herhangi bir yönde şartlandırma ekseninde değil verimlilik artışı yönünde ele alınmalı.
21. yüzyılın en büyük meydan okuması hiç kuşkusuz bu.