Bugün bayram.
Adettendir bayram günü bayram yazısı yazılır.
"Nerede o eski bayramlar" satırları ile başlayan eski bayramlar hatırlanır.
Ben de bayramın ilk günü yayınlanan yazımda sanki bayramdan haberi yokmuş gibi davranamazdım.
Birkaç satır bayrama dair bir şeyler yazmam lazım.
Bundan tam 38 yıl önceydi. Altı yaşındayım. Erzurum'un Karayazı İlçesi’ne bağlı Kırnako Köyü’nde yaşıyordum.
Daha önceleri de annemden ayrı kalmıştım. Bir hafta bazen iki hafta, yaşadığı sağlık sorunları nedeni ile ya Ankara'ya dayımın yanına ya da Erzurum'a giderdi.
Bu sefer çok uzamıştı ve beni bir panik sarmıştı. Sürekli neneme "Annem ne zaman gelecek" diye sormaya başlamıştım. Nenem de yaklaşan bayram nedeni ile "Bayramda burada olur" diyordu.
Hiç şüphem yoktu ‘bayrama kesin gelir diye’ düşünüyordum ve içimden ‘İnsan bayramda hiç gelmez mi’ diyerek kendimi avutuyordum.
Günler hızla geçmiş bayram gelip çatmıştı. Nenem ile ilçeye gidip bayramlıkları aldık, evde tatlı bir telaş başladı, bayram yemeği, tatlılar hazırlandı, akşam banyo yapıldı, bayramlıklar hazırlandı. Artık o soruyu tekrar sorma zamanı gelmişti, "Yarın bayram annem geliyor değil mi?" Nenem baştan savar bir tavırla kafasını onaylar gibi sallayıp "Hadi uyu, yarın bayram erken kalkmamız lazım" diyerek ışıkları kapattı.
Sabah uyandığımda hala annemin sesini duymuyordum. Kafam yorganın altında beni uyandırmaya gelen neneme yorgan altında sordum "Annem geldi mi" diye. Nenem kaçamak bir cevap vererek "Yer bulamamış otobüste gelecek sonra, hadi kalk bayram, bayramlaşalım, giyin bayramlıkların git eğlen" dedi ve yorganı çekerek beni kaldırıp giydirmeye başladı. Benim için bayram başlamadan bitmişti.
Her şeyim vardı aslında bayramlıklarım, harçlığım, oyun oynayacağım arkadaşlarım, güzel yemekler ama bir şey eksikti annem. Artık bayramı yaşamıyordum sadece bayrammış gibi yapıyordum. İçimdeki bayram çoktan bitmişti. Ondan sonra da çok bayramlar yaşadım çok mutlu olduğum, bayram tadında birçok bayram yaşadım.
Tam 38 yıl sonra yine bir bayram gününde benim için başlamadan bitmiş bir bayramı yaşıyorum.
Tüm dünyada, tüm toplumlarda, tüm inançlarda bayramın ortak paydası aynıdır.
Bayramın ortak paydası toplumun birlikte mutlu olma halidir.
Mutluluğu, sevgiyi, saygıyı paylaşma halidir.
Ama en önemlisi dayanışma duygusunun yoğun yaşandığı zamanlardır bayram.
Böylesi güzel duyguları yaşayacak bir dünyada ve coğrafyada mı yaşıyoruz?
Maalesef değil, tam da başlamadan biten bir bayramı yaşadığımız gelişmeler yaşanıyor.
Yanı başımızda kan gölü bir coğrafyada, katliamlarda öldürülmüş yüzlerce çocuk varken.
Hangi güzel bayram anısı bizi bu acıları düşünmekten alıkoyabilir?
Hangi bayram coşkusu ölen yüzlerce Gazelli çocuğu geri getirebilir.
Hangi Gazzeli çocuğa bugün bayram erken kalkın çocuklar diyebiliriz?
Evet, bugün bayram erken kalkın çocuklar diyoruz.
Ama Gazzeli çocuklara sesleneceksek önüne bir şart eklemeliyiz.
Eğer ölmezseniz, bugün bayram erken kalkın çocuklar dememiz gerekiyor.
Çünkü faşist İsrail'in zulmü altında her gün onlarca çocuk Gazze'de katlediliyor.
Ben buradayım ama yüreğim Gazze de.
Böylesi bir çocuk katliamının yaşandığı bir ortamda benim için bayram başlamadan biter.
Eğer bayramlar dayanışma duygusunun yoğun yaşandığı zamanlar ise o zaman bu bayramımızı Gazzeli çocuklara ayıralım.
Onlarla dayanışma adına katil İsrail'e hep beraber Nazım'ın şu mısraları ile seslenelim:
Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler.
Kafa aynı kafa
Ulaştırma alanında Marmaray'dan sonra devrim sayılacak ikinci proje de hayata geçti.
Türkiye Yüksek Hızlı Tren ile tanıştı.
Yüksek Hızlı Tren’in hizmet başlaması için yapılan açılış töreni sonrası ilk sefer Başbakan Erdoğan'ın katılımı ile gerçekleşti.
Ancak ilk seferde küçük bir aksilik yaşandı ve güvenlik önlemleri çerçevesinde kısa bir süre bekleyen tren yolculuğuna devam etti.
Yaşanan bu küçük aksilikte de tıpkı Marmaray'ın açılışında olduğu gibi, hayatlarını Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerine kurmuş Kemalist tayfa sosyal medya üzerinden sevinç çığlıkları atarak sevinmeye başladı.
Neymiş
Daha ilk seferde bozulmuş.
Marmaray'ın açılışında da aynı şeyi yapıtılar.
İnsan "Bu neyin kafası" demekten kendini alamıyor.
Kendi ülkesi için yapılmış yatırımların, projelerin aksiliklerinden sevinç çıkaran kafa hakikaten nasıl bir kafa.
Ne için seviniyorsun?
Tut ki bu projeler akamete uğradı ve gerçekleşmedi, elinize ne geçecek?
Kazancınız ne olacak?
Ülke kaybederken siz ne kazanacaksınız?
Bu hastalıklı kafayı anlamak mümkün değil.
Bu kafa yeni bir kafa değil.
Bu kafadakiler kendilerine ‘sol, sosyal demokrat, ilerici, aydın, entelektüel’ derler ama Boğaz’da, iki kıtayı denizin altından birbirine bağlayan dünya çapında Marmaray'a da, Yüksek Hızlı Tren’e de karşı çıkarlar.
Kendilerinden olmayanı hor görür, hiç sıkılmadan aşağılarlar. Kimine sıkma baş, kimine bidon kafa, kimine göbeğini kaşıyan, kimine kıro derler.
Çok konuşur iş yapmazlar iş yapanları da yaptıkları işlerine de sırf kendileri yapmadıkları için körü körüne karşı çıkarlar.
Zaman geçer çağ değişir, dünya değişir, ülke değişir ama bunların kafası değişmez.
Zihniyet aynı zihniyet.
Kafa aynı kafa.
Biz bu kafalardan bir halt olmayacağını anladık da, Ahmet Hakan’ın bu kafaları aklayayım derken düştüğü trajikomik durumu anlamadık.
Yapılan bu utanılası, hastalıklı davranışları aklama görevini Hürriyet yazarı Ahmet Hakan üstlenmiş.
Hızlı tren arıza yapınca neden sevinenler çıkar sorusuna cevap vermeye çırpınmış.
Cansiperane savunmuş bu hasta kafaları, saçmalıklar sıralayarak.
Ahmet Hakan yazısında ‘’Sen yaptığın her hizmeti, seni eleştirenleri susturmak için kullanırsan, sana itirazlarda bulunanların başına kakarsan, elbet sevinenler çıkar’’ diyor.
Yani yaptığın hizmetleri yapamaz diyenlere, çalışmıyor diyenler, çalıyor diyenler, peşkeş çekiyor diyenlere karşı kullanma diyor.
Yani seni eleştirenler “Evet biz bu hizmetleri yaptık ama siz söyledikleriniz de haklısınız diyeceksin’’ diyor.
Onların sana saldırması, hakaret etmesi, karalaması onların hakkı ama sen yaptığın hizmetleri övünerek anlatıp onlara karşı kullanma diyor.
Şaka gibi bir mantık, anlayan beri gelsin