Cumhuriyet hiyerarşisinin tepesinde hep askerler vardı. Ama sadece sıradan vatandaşlar için değil, valiler için de geçerli bir ilkeydi bu; zaman zaman hürmetsizlik gösterildiğinde, bu tepkiye neden olur, hemen ardından tekrarlanmaması için önlem de alınırdı.
1937 yılının Kasım ayında Atatürk Afyon’dan ayrıldığında tren istasyonundaki uğurlama töreni sırasında şehrin vali vekili olan Raif Tek’in her nasılsa Orgeneral İzzettin Çalışlar’a saygısızlık gösterdiği iddiası şikâyet konusu olmuştu. Şikâyetin ne olduğunu, şikâyetçinin kim olduğunu biliyoruz da, şikâyetin hangi kanallardan tâ İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya kadar ulaştığını bilemiyoruz. Ama önemli de değil; çünkü Kaya, duruma hemen el koymuştu.
“Dirseğinizle iterek...”
İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, 22 Şubat 1937 târihinde Raif Tek’e akşam saatlerinde yazdığı bir yazıda, “Atatürk istasyondan ayrılırken, istasyonda hazır bulunan ve mümtaz ve askerî bir vekâr ve haysiyetle Atatürk’ü selâmlayan Orgeneral İzzettin Çalışlar’ı dirseğinizle iterek tekaddüm ettiğiniz [öne geçtiğiniz]” görülmüştür diyordu. “Atatürk[‘ün] maiyetindeki zevat da [kimseler] vaziyeti teessürle [üzüntüyle] müşahade etmişlerdi [görmüşlerdi].” Kaya, yazısına şöyle devam ediyordu: “Yüksek ve güzide ve kahraman bir kumandan olan Ordu Müfettişi [Ordu Komutanı] Orgeneral Çalışlar’a şahsen ve mevkian göstermek mecburiyetinde olduğunuz hürmet ve saygı ile gayri mütenasip [uygun olmayan] bu hareketiniz heyecan ve telâşa da atfedilse, derhâl tashihi icab eden [düzeltilmesi gereken] bir harekettir.” Kaya, söz konusu saygısızlığın derhal telâfi edilmesini istiyordu: “Sayın Orgenerale mektup yazarak, itizar etmenizi [kusurunuzu bilerek ve açıklayarak özür dilemenizi, af dilemenizi] yerinde buldum. Yazdığınız mektubun suretini bekliyorum. Ben de kendilerine sizin hareketinizden dolayı itizar mecburiyetinde kaldığımı bildiririm.” Anlaşılan şikâyetin kaynağı bizzat Çalışlar idi. Ama şikâyeti ne zaman ve nasıl yapmıştı, bunu bilemiyoruz. Çünkü elimizdeki yazışmalarda buna ilişkin herhangi bir işaret bulunmamaktadır.
“İhtimamda kusur etti”
Kaya, aynı gün hemen Çalışlar’a da bir yazı yazarak, durumu anlatmakla kalmıyor, fakat aynı zamanda kişisel olarak da özür diliyordu: “Afyon istasyonundan ayrılırken Afyon vali vekilinin zâtı devletlerinizin güzide ve mümtaz şahsiyetlerine ve yüksek makamlarına mecbur olduğu dikkat ve ihtimamda kusur ettiği görüldü. Kendisine yazdığım şifrenin suretini aynen gönderiyorum. Vali vekilinin hareketinden dolayı hissettiğim teessürü arz ve itizarımın kabulünü rica ederim, sayın Orgeneral.”
“Telâş yüzünden”
Elbette böylesine bir uyarıya hemen tepki vermek gerekirdi; nitekim Tek de, aynı günün akşamı Çalışlar’dan özür dileyen bir mektup kaleme almıştı: “Sayın ve Kıymetli Orgeneralim; en büyüğümüz Atatürk’ü Afyon’dan uğurladığımız sırada yüksek şahsiyetinize karşı göstermeye mecbur olduğum saygı ile kâbili telif [bağdaştırılması mümkün] olmayan bir harekette bulunduğum bu gece bana ihtar edildi. Bu ihtara rağmen nerede ve nasıl yaptığımı hâlâ hatırlayamadığım bu hareketin farkında olsaydım, derakap [hemen ardından] hiç olmazsa Afyon’da beraber geçirdiğimiz gece esnasında bunu affettirmeye şitab ederdim [koşardım]. Nitekim hususî trenin hareketinden sonra derhal yanınıza gelerek, daha evvel tanışıp arzı hürmet edemediğimden dolayı af dilemiştim. Türk Ordusunun, zâtı devletleri gibi çok yüksek ve kıymetli bir Generaline karşı farkında olarak en ufak bir nezâketsizlikte bulunmaklığım kâbil olmadığını [imkânsız olduğunu] takdir buyurarak, telâş ve heyecan içinde vâki olduğu anlaşılan bu hareketimi nazarı af ve müsamaha [hoşgörü] ile görmenizi sonsuz saygılarımla rica ederim, sayın Generalim.” Görüldüğü gibi, Kaya, Tek’in özrünü bir önceki yazısında aslında kaydetmişti; o da Kaya’nın gerekçesini kullanmayı tercih etmişti; “heyecan ve telâş” yüzünden…
“Hâlâ hatırlayamadığım”
Tek, bir yandan Çalışlar’dan özür dilerken, hemen ertesi gün de Kaya’ya yazdığı bir yazıda bu kez ondan da özür diliyordu: “Emrinizi hürmetle aldım. Sayın Orgenerale karşı nerede ve nasıl yaptığımı hâlâ hatırlayamadığım bu hareketten ve zâtı devletlerini karşılaştırdığım mecburiyetten dolayı hissettiğim teessürü ifade edebilmeme imkân yoktur. Atatürk’ün hareketinden sonra sayın ve çok kıymetli Orgeneralden, daha evvel tanışıp arzı hürmet etmeye imkân bulamadığımdan dolayı af talep ettiğim gibi, gece Halkevi’nde hazırlattığım yemekte yanlarında bulundum ve istasyona da götürdüm. Bütün bunları yapan bir kimsenin, emir buyurulan hareketi yaptığının farkında olması takdirinde derhal istifayı kusur etmemesi kâbil değildir.
O zaman farkında olmadığım ve bu gece ihtar edilen hareketimden dolayı af talebini havî hemen yazdığım mektubun örneğini yüksek huzurunuza takdim ediyorum. Yüksek âmirimi müşkül mevkide ve bir mecburiyet karşısında bırakmış olduğumu düşünmenin verdiği ıztırabı, bu hareketin bilinmeden yapılmış olması da tâdil edemiyor [değiştiremiyor]. Emir zâtı âlilerinindir. Sonsuz saygılarımı sunarım.” Bütün bu yazışmaları, Kaya’nın aradan geçen bir haftadan sonra Başbakan Celâl Bayar’a yazdığı yazıdan öğrenmiş bulunuyoruz. Kaya, bu kez de Bayar’a bütün bu yazışmalardan ve olaydan bilgi verme ihtiyacını hissetmiş olmalıydı.
İZZETTİN ÇALIŞLAR
Millî Mücadele’nin önemli isimlerinden olan İzzettin Çalışlar, 1901 yılında Mühendishanei Berri Hümayun’a girip, 1903’de mezun oldu. Aynı yıl girdiği Harp Akademisi’ni de 1906’da topçu sınıfı ikincisi olarak bitirerek kurmay yüzbaşı rütbesiyle orduya katıldı. 1914 yılında kıdemli yüzbaşılığa yükseltildi. Yarbay Mustafa Kemal, I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Çanakkale cephesinde görevlendirildiğinde, o sırada binbaşılığa yükselen İzzettin Bey’i 19. Tümen Kurmay Başkanı olarak yanına çağırdı; daha sonra da Anafartalar Grubu Kurmay Başkanı oldu.
1 Temmuz 1920 tarihinde İstanbul’da Harbiye Nezareti’nde çalışmayı reddederek, Mudanya’da Milli Mücadele kuvvetlerine katıldığında yarbaydı. Ankara Hükümeti tarafından 23. Tümen Komutanlığı’na atandı. 20. Kolordu’nun da komutan vekilliğiyle görevlendirildi. Kütahya-Eskişehir, Birinci ve İkinci İnönü ve Sakarya savaşlarında tümen ve grup komutanı olarak bulundu. 1921’de albaylığa, 1922’de mirlivalığa yükseldi. 1926’da korgeneral oldu. Bu sırada 1. Ordu’ya komuta ediyordu ve bir ara İzmir valiliği de ek görev olarak kendisine verilmişti. 1923 yılında Aydın milletvekili seçilmiş iken, 1924 yılında Mustafa Kemal Paşa’nın telkiniyle askerliği tercih ederek, 1 Kasım 1924 tarihinde milletvekilliğinden istifa etti. Rütbesi 1930’da orgeneralliğe yükseltildi ve 2. Ordu Komutanlığı’na atandı. Ordu komutanı olarak 20 Aralık 1939 tarihine kadar görevini sürdürdü. Emekliye ayrıldıktan sonra altıncı ve yedinci dönem Muğla, sekizinci dönem Balıkesir milletvekili olarak Meclis’te bulundu.1951 yılında öldü.
KOMUTANLA VALİ ARASINDAKİ GEÇİMSİZLİK
BAŞKACA örneklere de rastlıyoruz: Bitlis’te de subaylarla polisler arasında geçimsizlik vardı; 1939 yılında Bitlis’ten Cumhuriyet Savcılığı kanalıyla Adalet Bakanlığı’na yazılan bir yazıda; “16 Ocak 1938’de tiyatrolu bir kahvede Yüzbaşı Sırrı ile Halil arasında bir hakaret ve fiilî müessir hadisesi” olduğu haber veriliyordu. “Bu hadiseden beri subaylarla polisler arasında münâferet [huzursuzluk] mevcuttu. Bu dava mahkemede derddesti rüyetti [sürüyordu]. Komutanla vali arasındaki geçimsizlik, Maarif Vekili’nin Bitlis’e geldiğinde verilen bir ziyafette, komutanın geç davet edilmesi ve daha bilinmeyen bazı sebeplerden ileri gelmekteydi. Reisle [Belediye Başkanı ile] valinin arasında herkesçe malum geçimsizlik sebepleri arasında, reisin tavsiye eylediği bir şahsın vali tarafından memur tayin olunmaması meselesi vardı. Bundan başka, birine selâm verip almayacak derecede ileri gitmiş olan bu soğukluğun daha bir takım şahsî sebepleri olduğu da tahmin edilmekteyse de, bunlar henüz belli değildi. Bununla beraber, reis memurin rüesasının [memurların] ekserisiyle aynı şekilde dargın bulunmakta olduğuna göre, kendi imtizacsızlığının [geçimsizliğinin] bu işte âmil olduğu görülmekteydi.” Taşradaki idareciler arasında birbirleriyle geçimsizlik anlaşılan tahmin edilebileceğinden çok daha ileri boyutlara ulaşabiliyordu. Resmî yazışmalara konu olabiliyordu.