Var yoksulu bir milletiz.
Tâlihsizliğimiz buradan ileri geliyor.
Evinin bodrumunda sandıklar dolusu bir hazîne bulunan, ama bodrum kapısını kilitleyip anahtarı da bahçenin kuyusuna fırlatan bir şaşkın ev sâhibi gibiyiz.
Bir iki gündür alfabe meselesi yeniden gündeme geldiği için ben de bu konuya değinmek ihtiyâcını hissetdim.
Problemin üstelik başba-kan düzeyinde gündeme getirilmesi ilâveten sevindirici oldu benim için.
Önce bir tesbit:
Bir milletin kültür seviyesi kullandığı alfabeye, daha doğrusu yazı tarzına bağlı değildir!
Çünki alfabe esâsına dayalı olmayan yazı usulleri de var ve bunlar da fevkalâde yüksek medeniyet seviyelerine ulaşabiliyorlar. Eski Mısırlılar gibi, Çinliler gibi...
O bakımdan bizim, muâsır medeniyet seviyesine ulaşmak, hattâ onun da ilerisine geçmek amacıyla eski alfabemizi bırakarak bambaşka bir alfabe kabûl etmemiz akla ve mantığa uygun bir davranış değildi.
Olsa olsa Batı mukallidliğinin bir tezâhürüydü.
Bugün Latin temelli birer alfabe kullanmayan Japon, Yunanlı, Çinli, Rus, Arab yâhut Fars gibi bir dizi milletin kültür ve medeniyet bakımında geri olduklarını iddia edemeyiz sanıyorum.
Bizler ise bu adımı atarak 900 küsur yıllık bir medeniyet ve kültür servetiyle ilişkimizi bir anda kesiyor ve bir bakıma kendimizi boşluğa fırlatıyorduk.
Bu cinnet hâline bir de “Öztürkçecilik” denilen dil ırkçılığı eklenince, yeryüzünün en zengin ve en âhengli dillerinden biri olan Türkçenin yirmibeş otuz yıl içinde üç beş yüz kelimelik bir gerzekler lehçesine dönüşmesi kaçınılmaz acı son hâline geldi.
Asıl konum alfabe olduğu için işin bu yanına girmiyorum. Zâten eski yazılarımda çok örnek vardır. Meselâ tam 14 kelimeye “karşılık” (!) tek bir “sözcük” kullandığımız da vâkî!
Alfabeye dönecek olursak, bu sert kesinti kısa zamanda en yakın târihimizle ilgili en basit belgeleri bile okumakdan âciz hâle gelmemize yolaçdı.
On yılda her yaşdan onbeş milyon er değil onbeş milyon analfabet yaratdık, alfabesiz, karacâhil!
Arab alfabesi temelli eski Türk alfabesinin zor öğrenilebilen çapraşık ve “kargacıkburgacık” bir yazı türü olduğu iddiası da palavradır!
Bir kere dünyânın en zarif ve kaligrafiye belki de en elverişli alfabelerinden birine kargacık burgacık demek haddini bilmezlikdir.
İkincisi, bu alfabe zor da değildir.
İlkokulu bitirdiğim yaz Babam beni bir kenara çekerek Anneme bir sürpriz yapmamızı teklîf etdi. Her sabah o başka bir işle meşgulken Babamla kütübhâneye çekilip onar dakıyka “elifbâ” dersi aldım. Üç hafta kadar sonra “Don Quijote”nin ağdalı bir Osmanlıca çevirisini sökebiliyordum.
Yâni eski harfler atla deve değil.
Peki, ne yapalım, eski harflere geri mi dönelim?
Tabii ki hayır! O artık geçmiş ola!
Fakat ortada garib bir durum olduğu da bir gerçek.
Bugün bâzı Türkler Latin, bâzıları Kiril ve bâzıları da Arab temelli alfabeler kullanıyorlar. Amaç hiç değilse Latin kökenliler arasındaki farkları kaldırıp tek alfabeye geçmek ve bu arada okullara da haftada birkaç saat eski harfler dersi koyarak mâzî ile irtibâtımızı tekrar sağlamak olabilir.
Ki hiç değilse dedelerimizin, ninelerimizin mezartaşlarını okuyabilelim!