10 Aralık İnsan Hakları Günü'nde Beyazıt'tan Ayasofya'ya bir Gazze yürüyüşü yapmıştık.
Bir hafta sonra 17 Aralık Pazar günü bu kez Fıstıkağacı'ndan Üsküdar Meydanı'na bir Gazze yürüyüşü yaptık.
Başlangıç Fıstıkağacı'ndan dendi ama kortejin bir ucu Bağlarbaşı'na dayanmıştı.
Ben Fıstıkağacı yakınlarına yüksekçe bir yere çıkıp kortejin sonunu bekledim.
Doğrusu bu yürüyüş daha düzenli ve daha etkileyiciydi.
On binlerce sivilin gönüllü olarak katıldığı bu yürüyüş bana da moral verdi desem abartmış olmam.
Bazı tabloların gözleri yaşarttığından da eminim.
Kortej büyük gruplara ayrılmıştı. Her grubun önünde büyük bez pankartlar ve anlamlı temsiller vardı.
Mesela bir grubun önünde elinde kanlı kefene sarılmış çocuğuyla yürüyen anne temsili gerçekten duygulandırıcıydı.
Hele bir grup vardı ki duygulanmamak mümkün değildi. Beyaz giyinmiş kadınlar ve ellerinde yine kanlı kefenlere sarılmış çocuk temsilleri.
İstanbul'un Gazze'deki katliama karşı duyarlılığı bu yürüyüşlerle tüm dünyaya duyurulmuş oldu.
Doğrusu tamamı gönüllü sivillerden oluşan bu duyarlılık bana da büyük moral oldu desem yeridir.
Ardı arkası kesilmeyen grupları gördükçe bu memleketin geleceği için de umutlandım desem abartmış olmam.
Liderini bulduğunda bu inanmış topluluğun önünde inanın, hiç kimse ve hiçbir güç duramaz.
Bu inanmış topluluk bu ülkenin baskın kimliğini de yansıtıyordu.
Filistin'de yaşanan işgal ve ihlaller her şeyden önce bir insanlık meselesidir.
İnsan olan vicdanı olan herkes işgale ve hak ihlallerine karşı durmak zorundadır.
Dünyada insanlık vicdanı uyanmış ve yönetimlerinin baskısına rağmen tepki koyarken maalesef ülkemizde seküler kesim Filistin'deki Gazze'deki katliama ve soykırıma karşı sessizliğini koruyor!
Filistin'in son seçimlerde 132 sandalyeli meclisinde 74 vekillik kazanan dolayısıyla iktidar partisi olan HAMAS'ı terör örgütü olarak gördüğü için ve İsrail HAMAS'la savaşıyor diye kendilerini kandırdıkları için soykırım karşısında sessizliklerini koruyorlar.
Oysa geçmişte Filistin'e sahip çıkmaktan çekinmek bir yana savaşçı bile gönderiyorlardı. Çünkü Filistin direnişini solcu laik FKÖ temsil ediyordu. Ve FKÖ İsrail nezdinde bir terör örgütüydü! Oslo anlaşmalarına kadar da terör örgütü muamelesi görüyordu. Buna rağmen sol seküler kesim Filistin direnişine destek veriyordu!
Demek ki sol kesim dindarların direnişini direniş olarak görmüyor!
Öyle ya HAMAS'a terör örgütü dediklerine göre İsrail'den farkları yok demek ki.
Oysa bu ülkenin dindarları solcu laik FKÖ zamanında da Filistin direnişine destek veriyorlardı şimdi de veriyorlar.
Hatırlayın 12 Eylül Darbesi'nin gerekçelerinden biri de dindarların siyasi öncüsü MSP tarafından Konya'da yapılan Kudüs Mitingi'ydi!
O gün Filistin davasına sahip çıkan dindarlar bugün yine sahip çıkıyorlar. Ama insan hakları hukuk özgürlükler edebiyatını ağzından düşürmeyen seküler/sol kesim İsrail ağzıyla HAMAS'a terör örgütü diyor ve katliama sessiz kalıyor.
Demek ki bu kesimin insan hakları hukuk özgürlük sözleri bir kandırmacadan ibaretmiş.
Aksa Tufanı sadece Batı'nın ve İslam ülkelerinin maskesini indirmedi, bizdeki seküler kesimin maskesini de indirdi. Bu tavırlarından anladığımız o ki, insan muamelesi görmek için seküler olmak gerekiyormuş!
Oysa şehit kanlarıyla sulanmış bu topraklarda yetişen insanlarını mayası da şehadet ile yoğrulmuştur. 15 Temmuz gecesi bu mayanın tezahürünü gördük.
Pazar günkü yürüyüşte 'Tek yol şehadet!' sloganı bu itibarla anlayanlar için anlamlıydı!
Aslında bir gün önce AKM'de İlim Yayma Vakfı'nın ödül töreni için salonu dolduran kültür düzeyi fevkalade yüksek kalabalık da en büyük alkışı, ödülünü 'Ebu Ubeydelere adayan' akademisyene kopardı.
Gazze'de yaşanan dram mihenk taşı gibi herkesin ve her kesimin kalitesini ve ayarını belirlemiş oldu.
Cumhurbaşkanının ödül törenindeki alkış tufanına tutulan, "İsrail'in eylemlerinin önüne geçeceğimiz günler yakındır!" sözleri de geceye damgasını vuran heyecan verici bir müjdeydi!
İnşallah, inşallah, inşallah!