Bu Suud'a ve İran'a fena kafayı takmaya başladım. Küresel yarasaların en sevdiği kan grubu bunlarda olsa gerek.
Bir TV dizisinin, üstelik de tarihi bir figürü merkeze alarak çekilen bir dizinin, İslam coğrafyasında fırtınalar koparması yeni bir şey değil. Ancak mesele, bu tür projelerin ardındaki asıl motivasyonları ve toplumsal kırılmalara olan etkilerini doğru okumakta yatıyor.
Son yıllarda spor, medya ve eğlence sektörüne milyarlarca dolar yatırım yaparak, kendi tebasına laik atak geçirtme çalışmasıyla ülke içindeki toplumsal dönüşümü görmeyene bizim köyde "gece körü" derler. Mesihî, dünyanın kendi ekseni etrafında dönüşü sonucu dünyanın güneşi görmeyen kısmının karanlıkta kalmasını güneşin şebkûr (gece körü) olması benzetmesiyle ifade ederek mezkûr körleri hastalıklı insan olarak görür.
Suud yapımı "Muaviye" dizisi, tam da bu bağlamda ele alınmalı. Bir yanda Sünni ve Şii arasındaki ezeli fay hatlarını kaşıyan bir yapı, diğer yanda Suudi sermayesi ve Mısırlı bir yönetmen ile kotarılan bir prodüksiyon...
İran çıkıp "Ebu Lulu'nun Cesareti" dizisini duyurdu ya, işte orada mevzu daha da derinleşti.
Hz. Ömer'in katilini kahraman gibi sunmak, sanki İslam coğrafyasında zaten az olan huzuru tamamen baltalamak için özel sipariş edilmiş gibi duruyor.
Şimdi durup bir bakalım, bu hamle nereden geldi, neden geldi ve daha da önemlisi, kime hizmet ediyor?
Bu diziler sadece senaristlerin hayal gücüyle mi yazılıyor sanıyorsunuz? Hayır!
Bunlar masa başında hazırlanan, kültürel kodlarımızı tahrip etmeye yönelik titizlikle kurgulanan projeler.
Kimisi Osmanlı'yı küçük düşürür, kimisi modern toplumla gelenekçileri birbirine düşürür, kimisi de mezhepsel fay hatlarından çatlatır.
Şimdi İran, "Muaviye" dizisine cevap olarak "Ebu Lulu'yu kahramanlaştıran" bir yapımla, yangına körükle gidiyor.
Gaye aşikâr: Şii-Sünni ayrımını bir diziyle körükleyerek küresel yarasaların damak zevkini heyecanlandırmak.
Tam da Ramazan ayında bu projeyi duyurmaları da ayrıca manidar, çünkü Müslümanların duygusal hassasiyetini sömürmek kadar kolay ne var? Azılı İslam düşmanlarından Emin Çölaşan'da "Ben olsam Türkiye'ye Ramazan'da saldırırdım!" başlıklı bir ifrazatta bulunmuştu hatırlarsanız.
"Muaviye" dizisi, Suudi sermayesiyle yapıldı. Yönetmeni Mısırlı. Hedefi belli. İslam coğrafyasında Şam'ın tarihsel çizgideki yeri ortada. Şam'ı başkent yapan emir Muaviye.
Bu denklemler şebkûr nazarıyla göz ardı edilmemeli.
Öte yandan, İran'ın "Ebu Lulu" hamlesi de bir karşı atak niteliğinde.
İkisi de sahnede ama perde arkasında kim var?
Bugün Hollywood, Netflix gibi devler Batı'da bilinçaltımıza mesajlar enjekte ederken, bizim coğrafyada da bu işin taşeronları çalışıyor.
Bazen Suudi Arabistan, bazen İran, bazen Türkiye.
Diziler üzerinden yürütülen bu savaş, sıradan bir izleyicinin fark edebileceğinden çok daha büyük sonuçlar doğuruyor. Bu diziler sayesinde tarih unutuluyor, yeni nesiller sahte anlatılarla büyüyor ve toplum, olması gereken yerden uzaklaşıyor.
Bugün Suudi Arabistan ve İran, ekranlar üzerinden Sünni-Şii ayrımını körüklüyor. Bir tarafta "Muaviye", diğer tarafta "Ebu Lulu"...
Ama kaybeden hep İslam coğrafyası
İran ve Suudi Arabistan'ın medya savaşına sahne olan bu diziler, aslında bize çok basit ve klişe bir uyarıda bulunuyor: Kendi hikâyeni anlatmazsan, başkalarının yazdığı senaryoda figüran olursun!
Bugün "Ebu Lulu'nun Cesareti" bir provokasyon, "Muaviye" mezhepsel kırılmaları derinleştirme hamlesi, "Muhteşem Yüzyıl" bir kimlik erozyonu, "Kızılcık Şerbeti" ve "Kızıl Goncalar" ise toplumsal mühendislik projeleri...
Sizce bunlardan hangisi tesadüf?
Mesele artık eğlenmek değil; mesele, kimin hikayesini izleyerek kendi kimliğini kaybettiğin...