Kitlesel desteğe sahip olmayı uman her sosyal hareket yoluna tek bireyden başlayarak çıkmıştır... Her toplumsal hareketin başlangıcında bir tek ‘inanmış insan’ vardır; hareket ondan başlayarak toplumsallık kazanır...
Politik hareket olan partiler için de geçerlidir bu kural; dinî veya lâdinî sivil toplum oluşumları için de...
Aklın hâkim olduğu hareketler önder-sonrasını da hesap ederek kadrolaşırlar; kadrolaşırken de harekete kalıcılık kazandıracak temel esasları uygulamaya koyarlar... Şeffaflık ve hesap verilebilirlik ile taçlandırılan hareketler (partiler, sivil toplum örgütleri, cemaatler) uzun ömürlü olurlar...
Dünyanın en uzun süreli kurumsal örgütlerinin ‘dinler’ olması asla sürpriz değildir.
Üzerinde güneş batmayan imparatorluklar yıkılmış, devletler ve milletler yeryüzünden çekilmiş, burnundan kıl aldırmayan liderlerin heykelleri tuzla buz edilmiş, bir zamanlar dört kıtada varlığını sürdüren şirketler kepenk indirmiştir; ama dinler binlerce yıldır varlıklarını sürdürmekte...
Türkiye siyasi partilerin yasaklandığı son askeri darbenin ardından demokrasiye 30 yıl önce (1983) yeniden kavuştu. Takip eden 20 yıl içerisinde ülkemizi tek başına veya koalisyon halinde yönetme yetkisini alan pek çok parti oldu: ANAP... DYP... SHP... DSP... RP... MHP... Sonuncusu hariç tutulursa diğerleri yıllar içinde küçüldü; kimi varlığını artık sürdürmüyor, kimi de yeni bir isimle ve küçülerek yoluna devam ediyor...
Durumlarına ‘devam etmek’ denilebilirse...
Anavatan Partisi’nin Ankara/Balgat’taki genel merkez binasının açılış törenini hatırlıyorum. Turgut Özal ülkeye ‘çağ atlatan’ partisinin iktidarının hiç bitmeyeceği hülyasını görüyordu; tıpkı 28 Şubatçılar’ın toplum üzerindeki etkilerinin 1000 yıl süreceğini düşündükleri gibi... Açılışta yaptığı konuşmaya da sinmiştir Özal’ın partisinin parlak geleceğine dair hayali...
Birkaç taktik hata stratejiyi sakatladı ve ANAP doğal ömrünü tamamlayıverdi...
Her parti için aynı tehlike geçerlidir... Şimdilerde yeniden “Acaba?” umuduna kapılmış görünen CHP, 1999 genel seçiminde yüzde 10 barajı altında kalmıştı; vahim bir yanlışlık onu tekrar aynı âkıbete maruz bırakabilir...
Umarım hiçbir lider “Benim partim ebedi” diye düşünmüyordur...
Sosyal hareketler, sivil toplum örgütleri, dinî cemaatler de konjonktürel başarılar yanında konjonktür değişikliği sebebiyle düşüşler ve çöküşler yaşayabilir. Kapılara kilit vurulması gerekmeyebilir; partilerin kitlelerini kaybetmesi gibi, sosyal hareketler de, gönül verenlerin gönüllerinin soğumasıyla güdükleşebilir, kendilerine sempatiyle bakanların azalmasıyla yalnızlaşabilir...
Partilerin siyasetin kurallarına sırtlarını dönmesi, sivil kalması gereken örgütlerin siyasetin girdabına tutulmaları kötü âkıbeti hızlandıran etkiye sahiptir. Dış dünyanın dönüştüğü dönemlerde yeniliklere ayak uyduramayan, değişimin hangi yöne olduğunu kavrayamayan partiler ile itibarının kaynağını doğru değerlendiremeyip geleneksel çizgisinden savrulan sosyal yapılar tehdit altına düşerler...
Vesayetle başedemeyen siyasi kadroları millet de tasfiye etmişti 1980 sonrasında; Özal’ın taktik hataları yeni bir hayat öpücüğü oldu eskiler için: Eski politikacılar yeniden dönüş yaptı, ANAP tasfiye sürecine girdi...
Kendisini hep siyaset-dışında tutmuş dinî hareketlerin siyasete heveslenmeleri de hayra alâmet değildir...
Nasıl olsa duvara konuşuyorum, anlarsınız ya...