Neredeyse her önemli krizde bir kez daha anlıyoruz ki, Türkiye’de olup biteni okuma becerisi, gelecek öngörüsü ya da en azından sezgisi, pekçok kesimde kelimenin tam anlamıyla yerlerde sürünüyor. Evet, ‘bir puro bazen sadece bir purodur’ ama, her zaman eğlenceli olan onun göründüğünden daha farklı olmasıdır.
Bu benzetmeden iki sonuç çıkarabilirsiniz. Birincisi ortada yaşanan ciddi krizlerin hiçbiri, esasen göründüğü gibi değildir. Bu doğru. İkincisi, bunları hayli eğlenceli buluyorum. Eh, Türkiye’nin bunlardan kazançlı çıkacağını düşününce evet.
Türkiye, neresinden bakarsanız bakın üzerine çok yatırım yapılmış bir ülke. Uzun bir çöküş sürecinin ardından ortaya çıkan zaaflar, bu toprakları, dışardan bakan herkes için ‘verimli bir arazi’ haline dönüştürdü. Sonuçta kendisini zihinsel olarak ne kadar özgün ya da bağımsız gibi tarif etse de, hemen her siyasi akım ya da yapı, bu yatırım faaliyetinin etkilerinden kurtulamadı.
Tam da bu nedenle Türkiye’de devasa yapılar, kendisini kocaman yüzdelerle ifade eden kesimler, olup biteni Ankara merkezli olarak okumakta zorlanıyor. Kendilerine tarif edilen ya da büyük çabalarla elde ettiklerini düşündükleri alanı kaybettikleri takdirde nefes alamayacaklarını düşünüyorlar.
Öyle mi gerçekten?
***
Hali hazırda Türkiye, bu tür nüfuz çabalarını azaltan, aksine kendi gücünü çevresine yayan bir politik duruş sergilemeye çalışıyor. Hep savundum, bir daha yazayım. Kesinlikle kendisi için en doğrusunu yapıyor.
İster Suriye üzerinden bakın, ister Irak, isterseniz son diplomatik krizle birlikte Mısır üzerinden farketmez. Türkiye’nin yanlışı olarak gösterilmeye çalışılan pekçok hamle esasen gücü olarak da okunabilir.
Nitekim sürekli bir çabayla Ankara’yı güçsüz, yanlış politikalar sonucunda yalnızlaşmış bir merkez olarak gösterme çabasında olanlar, sözgelimi Türkiye-Rusya hattında neler olduğunu açıklamaya yanaşmıyorlar. Başka örnek ? Elbette var. İran’la dünya arasında şekillenen yeni diyalog zemini, acaba sadece Tahran’ın gösterdiği diplomatik derinliğin sonucu mudur? Yoksa birkaç yıl önce birilerini neredeyse delirten Türkiye-Brezilya-İran hattındaki çabanın ürünü mü?
Peki Türkiye-Irak hattındaki trafiğe ne dersiniz? Önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kritik Bağdat-Necef-Kerbela ziyareti. Ardından bölgesel Kürt Yönetimi lideri Mesut Barzani’nin Diyarbakır’a gelişi, Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından verilen mesajlar, ortaya çıkan semboller ve Türkiye’nin adeta bölgeye meydan okuması.
Yeterli mi?
***
Bütün bunları neden hatırlatıyorum? Neden şu sıralarda yaşanan ve neredeyse memleketimizi ortadan ikiye ayırıyormuş gibi görünen krizlere rağmen bu kadar ümitvar bir yaklaşımla karşınızdayım?
Şundan. Olup biteni Türkiye üzerinden okursak, kendi bulunduğumuz ve her vesileyle kalınlaştırdığımız ‘duvar’ların arkasından görmeyi bir kenara bırakırsak, işlerin hiç te kötüye gitmediğini görebiliriz.
Türkiye yürüyor, öyle birilerinin iddia ettiği üzere, aklına estiği gibi filan da davranmıyor. Kendi ülkenizi biraz daha ciddiye almayı başarırsanız, o zaman nereye gittiği belli olmayan çürük bir teknede değil, rotasını yeniden çizen sağlam bir gemide yola çıktığınızı görebilirsiniz.
Duvarlar, ah duvarlar! Ördükçe kalınlaşan, kalınlaştıkça gözleri görmez, kulakları duymaz hale getiren duvarlar! Hep birlikte çıkalım oradan. Bir başka dünyaya, bir başka ufka doğru.