Bir demokrasinin temel prensibi, varlık zemini ifade özgürlüğüdür. Esasen bir refah toplumunun temel sermayesi de budur. Özgür düşünce ve özgür ifade... İnsanlar en aykırı fikirleri bile serbestçe dile getirebilme hakkına sahip olmalıdır. Yani toplumun genelinin düşünce biçiminin zıddında düşünce sahibi olabilmek ve bunu ifade etmek demokrasinin varlığının hem işareti hem de sonucudur.
Türkiye uzun yıllar tek yanlı düşünce biçiminin meşruiyet referansı olduğu bir ülkeydi. Sistemin vesayetçisi olan kurumların ideolojisi düşüncenin sınırlarını da belirlemekteydi. Bırakın aykırı düşünceleri, muhalif sesler bile bariz ve yaygın bir suç unsuru olarak hayatın bir parçası haline gelmişti. Bundan dolayıdır ki, başta laiklik ve Kürt meselesi gibi yakıcı konular bihakkın tartışılamıyor ve çözüm üretilemiyordu.
Şimdilerde, bu eski Türkiye’den kurtulmanın ve hem de bütün kurumlarla birlikte kurtulmanın mesaisi veriliyor. Askeri, bürokratik ve yargısal vesayet düşüncenin üzerinde kuşatıcı bir güç olma vasfını kaybediyor, tartışma alanı genişliyor.
Elbette sancılarla, eksiklerle ve sıkıntısını daha uzun bir süre çekeceğimiz zihniyet sorunlarıyla birlikte...
Demokrasinin kalitesi bir anayasa referandumu veyahut kanunların giderek artan değişiklik temposuyla paralel yükselmiyor, ne yazık ki. Nasıl toplum bir zihniyet mirasını taşıyor ve değişimin parçası olmakta bazen zorlanabiliyorsa, bürokrasi ve yargı da aynı mirasla malüldür.
Mesela... Fazıl Say’ın düşüncelerinin pek taraftar bulamadığı malumdur. Kendisini sevdirmek gibi bir derdi olmadığı; varsa bile bu konuda pek mahir olmadığı da aşikardır... Fikir üretmekten çok magazin tadında bir rol derdindeymiş gibi görünüyor ve çoğu kez kendisiyle aynı siyasi kamptan olan insanları da öfkelendiriyor. Birçok kişi ünlü piyanistin saçmaladığını düşünüyor ve bunu da yazıyor. İzleyebildiğim kadarıyla, dava konusu olan Ömer Hayyam’dan iktibas cümleleri de sosyal medyada gereken eleştiriyi aldı. Eleştirenler eleştirdi, cevap verenler cevapladı; destekleyenler de destekledi.
Böyle de kalmalıdır.
Ne kadar aykırı olsa da -ki internette paylaştığı bazı cümleler sınırları zorlayacak düzeyde- şiddet ve hakaret içermeyen bir ifade dava konusu olmamalıdır. Bazen, ilk öfkeyle davalık gibi görünen fikirler bile...
Yeni Türkiye, düşüncelerin olabildiğince geniş bir sınırda ifade edilebildiği ve sorunların karşı düşünce ifadesiyle çözümlenebildiği bir ülke olmalıdır. Müsademe-i efkara yargının müdahalesi en son çare ve yol olmalıdır.
Nitekim Fazıl Say’a da gereken cevap verildi, gereken entelektüel müeyyide uygulandı. Yargının bunun üzerine koyacak yeni bir malzemesi yoktur. Yargılanması veya ceza alması bir şeyi halletmeyecektir.
Ayrıca kim böyle bir davanın herhangi bir derde deva olacağını söyleyebilir!
Türkiye bir yandan yargıyı hızlandıran ve daha rafine hale getiren hamleler yapıyor. Seri düzenlemeler yapılıyor ve bir milyon dava birden çözüm yoluna giriyor. Son yargı paketi sayesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki 3 bin dava birden düşüyor. Yıllardır beklenen ve eksiklikleri adalet duygusunu tüketen adımlar birer birer atılıyor.
Yargı ve adalet konusunda mesaisi bu kadar yoğun olan bir ülkenin savcı ve hakimlerinin de bu mesaiye ortak olması gerekir. Değişimi onların da pozitif istikamette yorumlaması beklenir. 10 yıl önce böyle bir dava açılabiliyordu ama bugünün bir farkı olmalı...
Yeni Türkiye, ifade nedeniyle davaların istisna olduğu bir ülke olmalı o istisna da şiddet ve bariz ve doğrudan hakaretten ibaret olmalı.
Gerçek bir değişim zihniyetteki özgürleşmeyle mümkündür. En başta da yargı sınıfı elindeki gücü ve yetkiyi kullanırken demokratik esneklik prensibiyle hareket etmek zorundadır.