Kitaplar nerde olursa olsun beni kendilerine çekerler. Yine öyle oldu. Viyana'da, arkadaşım Ahmet Akbulut'un kitaplarına bakarken bu defa "Yarı Türk" beni kendisine çağırdı. Alıp biraz okudum. Su gibi akan bir dil, insana çarpan ve uyaran fikirler... Yazara baktım, Ekrem Tahir yazıyordu. Ahmet'e yaşayıp yaşamadığını sordum hemen. Tanıdığını söyleyince beni tanıştır dedim. Taşınma halinde bulduk onu. Nezaketi ve asaletiyle karşıladı bizi. Münzevi, bir fikir işçisiyle karşılaştım. O da kendisini öyle tanıtıyordu: "Tekkeye, yani kuleye çekiliş. Kulede kalış... İman şuurdur... Düşünce, rüya kelimelerin hep sessiz raksların karışımıdır... Ve ben bu rüya kelimelerin, sessiz raksların nefesi ve imzacısıyım".
Ekrem Tahir'in evi kitaplarla doluydu. Almancanın bütün felsefi ve edebi klasikleri raflarda göz kamaştırıyordu. Kitaplarla ve fikirlerle evlenmişti! Ne eşi ne de çocukları vardı. Varlığını, düşünceye adayan bir şehzadeydi. Araştırmalar yapmış, kitaplar yazmış ve Avrupa'nın ortasında bizim sesimiz olmuştu.
İyi bir dostluk kurduk, İstanbul'a geldi. Misafir ettim bir gece. Sonra birlikte gezdik. Arkasından ben onu yeniden Viyana'ya gittiğimde ziyaret ettim. Beni Viyana aristokratlarının yemek yediği bir hotel restoranına götürdü. Orayı görmemi istemişti. Bir başka günde evinde, annesiyle beraber yemek yedik. Fikir teatilerimiz hep devam etti. Ben ona "bilge ağabeyim"" diyordum, o da bana "bilge kardeşim".
Ekrem Tahir'in Yarı Türk, Babil'deki Türkiye, Yaratıcı Öfke gibi kitapları var. Yaratıcı Öfke, çıkan son kitabı. Bir Türk entelektüelinin coşkuyla ve cesaretle çağıldayan fikirleri. Çağını, Batıyı ve ona öykünen son yüzyıl Türk aydınını tenkit eder. Fragment aydın der. "Fragment, yani delik deşik edilmiş bir ruh ve hafızaya sahip, diğer bir deyişle irfanının, tarihi varlığının ve ontolojisinin hafıza ve hayati halkalarını kaybetmiş..."( Yaratıcı Öfke, Aden Yayınevi, 2021).
Avrupa'da yıllarca kalan, fikirleri üzerine çalışan bir şahsiyet: Fakat Avrupa'ya da hayran kalmaz. Avrupa gerçeğini Avrupa'dan haykırır: "Avrupa'nın en büyük zaferi bize kendisinin her daim büyük, faik ve bütün yalanlarını, masallarını hakikat diye inandırıp, yutturması ve nesillerin buna şuursuzca ve â'malar gibi inanması oldu. Bizi bir kere bu sefil Avrupa masalına inandırdılar! Artık bizleri a'mâ estetiğin çocuğu yaptılar! Çünkü kendi şuur zaviyemizden ve dünyamızdan koptuk, kopartıldık"( yayına hazırladığı Tenkit ve Edebiyat kitabından).
Avrupa düşüncesine meftun Türk aydınını da silkeler. Onun yabancılaşmasını anlatır, fikirlerle tokatlar: "Cumhuriyet aydını tam bir terra incognita olmuş yani her şeye meçhul, bilinmeyen ve tedkik edilmeyen alanlar olmuş. Daha doğrusu kendi gök kubbesindeki yıldızlarına, güneşlerine olan bilgisizliğini, meçhullüğünü, araştırmaması ve bütünüyle değerlerine, hazinelerine karşı meçhul kalmasını ancak insan teşhisini bu Latince mefhumla ifade eder: Terra İncognita".
Ekrem Tahir, Türk düşüncesini ve İslam kültürünü yeniden canlandırmak ister. Mirasımızı yeni bir dil ile bugünün idrakine taşır. "Mukarnas estetik, "vahiy medeniyetinin çocukları", "umran edebiyatı"ndan bahseder. Yeni kelimeler ve yeni kavramlar kullanır. Düşünceyi ve idraki birlikte inşa eder.
Kendisini tanıtırken peşinde olduğu düşünceyi de ifşa eder. "Geç kalmış bir Osmanlıyım. Acıları, ümitleri ve öfkesiyle, geç kalmış bir Osmanlıyım. Sadece bu "Ülke"den değil, bu "Dünya"dan da sorumlu bir İslam vahiy medeniyetinin düşünce şehzadesiyim".
Şehzademizi kaybettik! Rabbine döndü. Fakat arkasında bilge bir hayat ve asil bir düşünce bıraktı. Osmanlı İzzeddin Bey'in torunu. Mardin ve çevresini emperyalistlere karşı savunan cengâver bir dedenin evladı. Viyana ortasında bu cengâverliğini ve asaletini, düşüncesinin ruhuyla yaşadı: "Bu ulvi ruh dünyasının ruhudur düşüncelerim".