Düşünce kuruluşlarını ele almaya devam edelim. Düşüncenin sadece “düşünce kuruluşu”nda değil, üniversite ve medyada (ve sokakta) da üretilebileceğine dikkat çekmiştik. Ancak bu, farklı sektörlerin aynı ihtiyaca cevap verdiği veya aynı misyonla çalıştığı anlamına gelmez. Bunu biraz açalım.
Üniversiteler
Üniversiteler, güncel olsun veya olmasın, hemen her konuyu çalışabilirler. Hiçbir işe yaramayan çalışmalar bile üniversitelerde yapılabilir. Faydacı bir bakış açısından üniversitenin en zayıf tarafı olan bu husus, aslında üniversitenin en güçlü tarafı olarak da görülmektedir. Zira hayatını hemen hiç kimseye faydası olmayan bir konuya hasreden nice ilim adamlarının çalışmaları, daha sonra hiç beklenmedik şekilde kullanışlı olabilmiştir. Örneğin, matematiğin en soyut alanlarından sayılan sayı kuramının İngiliz matematikçi Hardy tarafından “hiçbir işe yaramaz” diye övünülerek anlatılan kimi teoremleri yıllar sonra dijital şifrelemenin temelini oluşturmuştur.
Kökeni 11. asra kadar da götürülen üniversite, değişimlere alabildiğine dirençli çıkmış ve bugüne kadar varlığını sürdürmüştür. İlk modern üniversite sayılan ve von Humbolt tarafından tasarlanıp 1810’da kurulan Berlin Üniversitesi sonrasında modern ulus-devletler, teknolojik ve kültürel açıdan orta ve uzun vadeli faydalarını düşünerek, üniversitede bilimsel araştırma yapma ve düşünmeye destek olmaktadır.
Üniversite modern zamanlarda ayrıcalıklı bir mekân olarak kabul edilmiştir. Böylece, üniversitede kimileri “savunma sanayiini geliştirme” gibi son derecede “gerekli” kimileri de “yatakta uzanmanın fenomenolojisini anlama” gibi son derece “gereksiz” konulara kafa yorabilmektedir. Hem de yıllarca, derinlikli ve kapsamlı olarak. Bu ise ciddiyet ve emek istediğinden hiç kolay değildir.
Gündelik hayatta hemen her gün önemli kararlar, olaylar ve değişiklikler söz konusu olabilmektedir. Üniversitenin avantajlarına rağmen, en büyük dezavantajı, güncel olaylara tepki vermesinin zaman almasıdır. Burada da gazeteciler ön plana çıkmaktadır.
Gazeteciler
Gazetecilerin, akademisyenlere göre en önemli avantajı, gelişmeleri çok yakından izlemeleri ve anında tepki verebilmeleridir. Gazeteciler, herhangi bir siyasi olaya sıcağı sıcağına yorum yapar ve muhtemel gelişmeleri tahmin etmeye çalışırlar. Bu da risk almak ve emek vermeyi gerektirdiğinden sanıldığının aksine hiç kolay değildir.
Avantajlarına rağmen, gazeteciliğin en büyük dezavantajı, alabildiğine tüketici olması ve herhangi bir konuda derinleşmeye kolay kolay izin vermemesidir. Gazetecilerin ekserisi hemen her konuyla ilgilenirler. Bu da bir süre sonra bir yüzeyselleşmeyi beraberinde getirir. Zira birçok gazeteci; bir gün Merkez Bankası faiz oranları, başka bir gün ÖSYM ve KPSS, başka bir gün Suriye ve dış politika, bir diğer gün ise MİT ve HYSK konusunda yorum yapabilir. Dahası, gelişmelerin baş döndürücü hızı karşısında, bir konuyu derinlemesine araştırıp yazı yazmak veya yorum yapmak da kolay değildir.
Think tank
İşte düşünce veya siyasa/araştırma kuruluşları, akademisyenliğin ve gazeteciliğin avantajlı taraflarını birleştirmeye olan ihtiyacı karşılarlar. Güncelin araştırma verileriyle desteklenerek değerlendirilmesi anlamlı ve ciddi bir iştir. Akademisyen ve gazetecilerin önceliği, bir konuyu anlamak, araştırmak veya yorumlamaktır. Ancak düşünce kuruluşlarının önceliği, araştırmanın yanında politika önerileri geliştirmektir. Sorunları zaten bilen karar alıcıların da en çok ihtiyaç duyduğu şey, öneri geliştirilmesidir.
Özetle, bir düşünce kuruluşu uzmanı, bir akademisyen kadar konusuyla ilgili bilimsel literatüre hâkim olmalı ve yenilikçi araştırmalar yapabilmeli, bir gazeteci kadar -her konuyla değil de- uzman olduğu konuyla ilgili gelişmeleri yakından izlemelidir. Ancak bunların da ötesinde, konuya ilişkin gerçekçi, farklı kesimlerin hassasiyetlerini gözeten, makul ve yapıcı öneriler geliştirmelidir.
Bunlar da tahmin edeceğiniz üzere kolay değildir.Hem de hiç kolay değildir.