Geçmişte yazılanların unutulduğunu sanmayınız; yazdıklarınız sizi her dâim izler... 12 Eylül ve 28 Şubat hakkında vaktiyle yazdıklarınız da, 27 Nisan sonrasında sıcağı sıcağına kaleme aldıklarınız da... Eğer çok satanlardan bir gazetenin yayın yönetmenliğini yapmış, halen yazmaya devam ediyorsanız, bu yazı sizin için...
Benim yazıyı birinci sayfadan anons etselerdi, bugünkü Kulis’in yukarıdaki satırlarla anons edilmesini isterdim; tıpkı yazımın konusu olan kişinin yazılarının sunulduğu gibi... Bugün Kulis’te bir yazarın geçmiş yazılarından bir seçki sunacağım; hoşuna gitse de sunacağım, hoşuna gitmese de...
İlk yazısı 27 Eylül 2003 tarihli. Birinden şu cümleleri aktarmış önce: “Bana göre 12 Eylül dahil iki askeri müdahale de gerekiyordu. Ama 12 Eylül’ün sonuçları, Anayasa ve yasaları felâkettir. Ordu, yönetim anayasal çizgi dışına çıktığında müdahaleye mecbur kalmış, lâiklik ve Atatürk ilkeleri konusunda dikkatli davranmıştır. 28 Şubat da son derece gerekliydi, olmasaydı felâketti, o dönemi düşünün. Buna yol açanlar asıl suçlular...”
Bundan sonrası kendi yazdıkları: “Bu sözlere ne diyorsunuz? / Memleketini düşünen, aklıselim sahibi bir insan bu sözlerin altına imza atmaz mı? / Bence atması gerekir. / Ama, Türkiye’de gazete köşelerini tutmuş bazı insanlara bunu anlatmak imkânsızdır. / Çünkü çoğu, ordunun yaptığı her şeye karşı çıkmayı aydın olmanın en ilkel refleksi olarak benimsemiştir. / Onlara göre, 12 Eylül ve 28 Şubat’ı desteklemek, doğru bulmak faşistliktir, darbeciliktir. / Çünkü bu iki sıfatın etiket patenti onlardadır. / İstediklerine istedikleri an bu etiketi yapıştırıverirler.”
Hatırlatıyor da: “Üçüncü defa yazıyorum. / Bu ülkede 12 Eylül ve 28 Şubat, bugün yürüdüğümüz demokrasi yolunda gerçek birer ‘balans ayarıdır’. / Bazı rövanşistler, 30 yıldır değişmeyen o ilkel refleksleri ile istedikleri kadar bağırıp çağırsınlar, bu tarihi gerçeği değiştiremezler.”
14 Kasım 2006... Gazeteden biri
Kenan Evren’i Ankara’nın ünlü lokantalarından birinde görmüş, heyecanını okurlarıyla paylaşmış... Yazarımız da izlediği iki filmden hareketle bir 12 Eylül güzellemesi daha attırıyor...
Okuyalım: “12 Eylül’den sonra yapılan Anayasa referandumunda halkın yüzde 92’sinin ‘Evet’ oyu atması, muhalif aydınlarda şaşkınlığa yol açmıştı. / Bir kısmı da, ‘Zarflar şeffaftı, o nedenle vatandaş hayır oyum görülür ve damgalanırım korkusuyla evet dedi’ avuntusuna sarılmıştı. / Aradan geçen yıllara, Evren Paşa’nın Papermoon’daki sakin akşam yemeğine bakıyorum ve her geçen gün şuna daha fazla inanıyorum: / O zarflar şeffaf falan değilmiş. / Ve içindeki oy, vatandaşın gerçek oyuymuş...”
29 Nisan 2007 tarihinde ‘e-muhtıra’ üzerine yazdıkları da ilginizi çekebilir: “Bu yazıyı yazan insan, ‘28 Şubat sürecinde açıkça taraf olan’ bir gazetecidir. 28 Şubat süreci bittikten sonra, o süreci destekleyen birçok kişi, mazeret bildirip ‘U dönüşü’ yaparken, kamuoyu önüne çıkıp kesin, net, hiç kıvırması olmayan ifadelerle, ‘Evet ben 28 Şubat sürecini destekledim ve hâlâ destekliyorum’ demiştir.
“Bu yazıyı yazan insan, 12 Eylül askeri müdahalesinin bir de 11 Eylül günü olduğunu, sokaklarda her gün onlarca insanın öldürüldüğünü hatırlatan ve yine kamuoyu önünde Evren’i açıkça savunacak cesarete sahip çok az sayıda yazardan biridir.
“Bu yazının arkasındaki insan, Danıştay saldırısında çok kişi, abuk sabuk komplo teorilerinin peşinde koşarken; yine aynı açık dille, bunun ‘Türkiye’nin 11 Eylül’ü’ olduğunu yazmış, bu nedenle dini eğilimli gazetelerde hakkında 200’den faz- la ağır eleştiri ve hakaret yazısı yayınlanmış bir kişidir.”
Yazısına ‘Durumdan vazife çıkarıyorum’ başlığını atmış... Ben de başkalarına ibret olsun diye onun yazılarından bu yazıyı çıkardım.