Gelişmiş ülkelerin yumuşak karnı sağlık sistemleriymiş; Kovid-19 sayesinde anlaşıldı. En çok da ABD'nin. Ancak çok zenginlerin rahat yaşadığı, orta halli insanların okul parası ve ev taksitini öderken öle yazdığı bir ülke ABD. Sağlık sigortası sistemine dahil olmayan milyonlar var. Çünkü bedeli çok ağır. Ha bire spor yapıyor, sabah akşam koşuyor olmaları, keyiflerinden değil yani. Hastaneye düşmemek için spor yapıyor ve düzenli vitamin hapları alıyorlar.
Sağlık hizmetlerini iyileştirebilmeyi ve herkesin sağlık hizmetini alabildiği bir sigorta sistemine geçmeyi eski başkan Obama başaramamıştı. Trump ve cumhuriyetçiler ise zaten parası olan yaşasın diye bakıyor meseleye. Ölen ölür kalan sağlar bizimdir hesabı.
Kovid-19'u da ilk böyle karşıladılar ama baktılar ki siyasi bedeli var bunun, sıkı tedbirler almaya başladılar. Fakat geç kaldılar. Günde ortalama 2 bin kişi ölüyor Kovid-19’dan.
Kuzey Avrupa ülkeleri az vaka ve ölümle seyrediyor. Almanya çok test yaparak izolasyonu sıkı tuttu. Vaka sayısı çok olsa da ölüm oranı düşük, çünkü sağlık sistemi diğerlerine göre daha iyi. Hastasını yaşatabiliyor.
Salgın Fransa, İspanya ve İtalya'da çok ağır seyrediyor. Hastane koridorları can pazarı. Ne yeterli yoğun bakım ünitesi var, ne sağlık personeli. Maske için birbirlerine düştürler.
İngiltere ise sürü bağışıklığı yolunu tercih edip sürüden ayrılacağı sıra fark etti ki şakası yok bu işin. Bu arada salgın sürünün başına bulaşmıştı bile. 100'e merdiven dayamış kraliyet ailesini zor korudular virüsten.
Bizde ise durum şöyle; virüsle mücadele ederken bir taraftan da bilgi kirliliği, manipülasyon ve yalan haberlerle boğuşuyoruz. Neyse ki bağışıklığımız iyi; zira Kovid-19’dan önce de vardı bu virüslerden çokça...
Salgını fırsat bilip cezaevlerindeki FETÖ ve PKK tutuklularının salıverilmesini isteyenler bile oldu malum; “Şu cezaevinde Kovid-19'dan ölen oldu” gibi yalan haberlerle kamuoyu oluşturmaya çalıştılar bir de.
Bunları saymazsak şayet; pandemiye en hazırlıklı ülke Türkiye'ydi diyebiliriz. Bir kere en başta gevşek davranılmadı ve tüm tedbirler ivedilikle alındı. Ama ondan da önce 2002'den bu yana sağlık sistemine çok fazla yatırım yapıldı. Bugün anlaşıldı ki tüm bu yapılanlar sayesinde böylesi küresel bir salgın karşısında bile kendi kendine yeten bir ülkedir Türkiye.
İtalya'dan, İspanya'dan yansıyan görüntüler 2000'den öncesini hatırlattı bize. Sabah 4'te battaniye ile hastane kapılarına gidilirdi. Sıraya adını yazdırabilmek büyük meseleydi. Doktorun yazdığı ilacı bugünkü gibi istediğin eczaneden alamazdın. Yatan hasta için bile ilacı her seferinde bir SSK hastanesinde kuyruğa girip almak gerekirdi. Gazeteler hastanelerde parasızlıktan rehin kalan vatandaş haberlerinden geçilmezdi. Allah muhafaza ya Türkiye o haldeyken böyle bir salgına tutulsaydık. Halimiz nice olurdu.
Açık yüreklilikle ifade etmek gerekir ki Türkiye son 18 yıl zarfında sağlık sisteminde çağ atladı. İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un paylaştığı veriler bu gerçeği ortaya koyuyor. 2002’de hastane sayısı 1156 iken bugün 1518 hizmet veren hastaneye sahibiz. Tek kişilik oda 18 bin 934 iken 91 bin 949’a yükselmiş; yatak kapasitesi 164 bin 471’den 239 bin 46’ya çıkmış; yoğun bakım yatak sayısı ise 33 kat artarak 2 bin 214’ten 65 bin 455’e ulaşmış. Salgın günlerinde cephede çalışan doktor ve hemşirelerimizin sayısı da aynı şekilde ciddi oranda artmış. 91 bin 949 olan doktor sayısı 161 bin 279’a, 72 bin 393 olan hemşire sayısı ise 198 bin 517’a ulaşmış. Ve herkesi kapsayan bir sağlık sigortası sistemimiz var.