Covid19 salgınıyla başı dertte insanoğlunun. Gözle görünmeyen bir virüs, dünyayı evlerine kapattı... Öyle gözüküyor ki, bu yaz çok uzun sürecek.
İnşallah başaracağız! Çünkü devlet-millet kaynaşmasıyla değerli bir mücadele seyri takip ediyoruz. Aile, akraba, komşu, arkadaş halkaları, modern yaşamın hız ekseninde akan profesyonel akışında epey darbe almıştı... Modernizmin aslında insanı nasıl da evsiz ve kimsesiz bıraktığını, şu günlerde tüm soğukluğuyla farkettik. Yabancılaşma ve yalnızlık modern insan olarak hepimizin en büyük handikapı halindeydi. Şimdi birden hızımızı kestik. Evlerimize, ailemize, dostlarımıza, yeniden döndük... Peki yabancılaşma ve yalnızlık bitti mi?
Dün gece Stockholm Karolinska hastanesinden gelen duyuru, yalnızlığın ne derece derinleştiğini, insanın tekilliğini, değersizliğini yüzümüze vuracak cinsten. Güya İsveç, demokrasi çıtası en yüksek birkaç ülkeden birisiydi, güya insan hakları ve hürriyetler en kamil derecede yaşanıyordu. Ama sözünü ettiğimiz İsveç hastahanesi; 80 yaş ve+1 kronik hastalığı olanları yoğun bakım hizmetlerinden yararlandırmama kararı almış. Hastanenin ölüm merdiveni devam ediyor; 70 yaş ve+2 kronik hastalığı olanlar da alınmayacak... 60 yaşını geçmiş ağır hastalar da hastaneye alınmayacakmış... Demek, 59 yaşına kadar olanların yaşamaya hakları var, 60 yaş ve üstü ise, ya fazlalık ya ağır yük... Tam olarak Darwinist algoritma budur arkadaşlar; zayıf olanlar yok olsun, güçlü olanlar devam etsin anlayışı...
Uzun bir yaz bizi bekliyor, Dünya bir sonraki kış dönencelerine girebilirse şayet, öyle gözüküyor ki, epey gençleşmiş bir Dünya haline gelecek. Ve insanı istatistiklerin basit bir parçası olarak gören, kontrol mengenelerinde sıkıştıran bir dünya. İnsanların sürekli ateşlerinin ölçülüp, doğum tarihlerinin gözden geçirileceği bu distopya, ne kadar derin bir yalnızlığa fırlatıyor bizi farkında mısınız? Tarkovski, etrafındaki gençlere ‘’kendinizi yalnızlığa hazırlayın’’ dermiş... Acaba bu günleri mi seziyordu?
Ama çok şükür bizler sıcak kanlı insanlarız, merhamet irfanıyla yoğrulmuş ruhumuz, bu zor günlerde de kendisini gösteriyor. Babama refakat ettiğim için buna yakınen şahidim: ‘’Bir şeye ihtiyacınız var mı’’ diye kapımızı çalanlar, telefon edip halimizi hatırımızı soranlar, bin yaşasın...
Vefa gruplarının birer gönüllü karınca gibi nasıl da titizlikle çalıştığını hep birlikte görüyoruz. ‘’Evladım tarlam var sürülecek’’ diyen dedelerden, pazar siparişini getiren gençleri elindeki şekerlikle karşılayan ninelere kadar... Bizim sevinecek, tutunacak, hayat bulacak çok değerimiz var.
İstanbul Valiliği, polemiklerden uzak, sessiz sedasız, gönüllere dokunan, zarif işler yapıyor. Kıbrıs’ta şehit düşen oğlunu özleyen Hulkiye Anne ;‘’beni oğluma götürseniz, çok özledim’’ demiş. Kollarına girerek Edirnekapı Şehitliğindeki oğulcuğunu ziyarete götürmüşler onu. Teyzenin heyecanını videodan defalarca seyrettim. Sanki birazdan oğluna sarılıverecekmiş gibi, rüzgarda uçuşan hırkası içinde sanki hepimizin annesine dönüşüyordu.
***Öte yandan tam olarak evlerimize geri dönebildiğimizi de sanmıyorum. Mobil iletişim ve internet haberleşmesi olduğu sürece asla evimize tam olarak dönemeyeceğiz. Sanal alem, gerçek alemi yutmuş hatta yerine geçmiş halde. Yani biz evlerdeyken bile aslında gözümüz, gönlümüz evlerimizde değil... Olsun. Yine de bir adımdır, bir tecrübedir bu ev günleri, durup yavaşlamaya ve kendimizi gözden geçirmeye dair.